Bahattin Yıldız, inandığı davası uğruna mücadele eden yürekli bir mustazaftı. Dünyanın her yerindeki insanlara toplanan yardımları ulaştırmada, gönüllü bir hizmet eri gibi çalıştı. Yardımların nasıl toplandığı, ne yapıldığı konuları hiçbir zaman onu ilgilendirmiyordu. O bir Allah eri olarak, kendisine verilen görevi yerine getiriyordu sadece. İran ve Afganistan arkadaşlığımızdan sonra, Türkiye’de de arasıra görüşüyorduk. Kimi zaman Dünya yayınlarına gittiği zaman oradan telefon açıyor, kısa da olsa hasbıhal ediyorduk. Geçmişten ve geleceğe dair ümitlerimizden söz etmeye çalışıyorduk ve bir inkılâpçının ileriye dönük ümit ve hayallerle ayakta kalabileceğini de iyi biliyorduk.
Sağlığında çok az insan onun değerini bildi. Özgün Yayınlarında yayınlattığı birkaç kitapla düşüncelerini daha geniş topluluklara ulaştırma gayreti gösterdi. İnşaat işlerini belli bir aşamaya getirdikten sonra, kendisini yeniden hizmete verdi. İHH yardım konvoyuyla Van’a geldiğinde, gençliğindeki heyecan ve aksiyon cümlelerine yansıyordu. Yüzünde, ruhunda şevk gülleri açmıştı. Savrulmaların, kırılmaların,durağanlaşan mücadelenin, tükenen insanların köşebaşlarını tuttuğu Türkiye’de birşeyler yapmanın sevincini yaşıyordu. Afganistan’a gönderilen yardımla birlikte, âşık olduğu dağlara ateşe doğru uçan bir kelebek gibi uçtu. Peki, ondan sonrasında ne oldu?
Her insan gibi Rabbine kavuştu. Parçalanan ceset DNA testinden sonra Türkiye’ye gönderildi. Cenaze gününü öğrenince, atladım gittim. En azından topraktan önceki son anında birlikte olmak istedim. Fatih camiinde kalabalıklar önündeydi. Çocukları da tabutun başında bekliyordu. Gerçek arkadaşları çoğunlukla yoktu. Yıllarca birlikte olduğu simaları aradım, çok azı oradaydı. Mehmet Güney, 35 yıldır arkadaş olduğu Bahattin Yıldız’ın Osmanlının baba şefkatiyle halkı Müslüman olan Çeçenisten, Bosna, Azerbeycan, Doğu Türkistan, Afganistan ve ismini hatırlamadığım diğer Türkî cumhuriyetlerine götürülen yardımlarda öncü olduğunu söyledi. Kullandığı dil, eski Akıncı diliydi. Yabancı olmadığımız bu dil, Erbakan Hoca’nın biraz gerisindeydi. Erbakan Hoca bile, gündemle birlikte sürekli bir şekilde görüşlerini yeniliyor, gündemin gerisinde kalmamaya gayret gösteriyor. Akıncı beyi ise, yol yapmaktan, köprü, inşaat ve ihalelerden buna fırsat bulamamış olacak ki, eski akıncı beyi
Yeni Osmanlıcılık anlayışıyla söylediği sözlerin, Bahattin Yıldız’ın mazlumiyetiyle yakından uzaktan ilgisi yoktu. Güney, Türkiye’nin gündeminden çok, Filistin ve Türkî cumhuriyetlerinin durumuyla ilgileniyordu. Ümmet bilincinden ve İslam’ın üst kimlik olmasından bahseden Güney, Osmanlı mantığının yeniden diriltilmesi yolundaki temennilerinin yanında, hükümete ılımlı mesajlar da verdi. Akıncı şanına yakışmayan bir duruştu bu. Tıpkı Necdet Külünk’ün Sanayi mahallesinde vurulan Müslümanların cenaze namazlarında kürsüye çıkıp, hamasi nutuklar atması gibi bir şey yaptı. Oysa teneşirde yatan Müslüman’ın geride kalan bir ailesi vardı ve onlara yönelik ne yapılacağı konusunda bir şeyler söylenmeli değil miydi? Her ne kadar, sorumluluk bilinci taşıyanların dışında kimsenin zindana veya mezara gidenlerin aileleriyle ilgilenmediğini iyi biliyor olsak da, en azından gönülleri rahatlatıcı birkaç cümle söylenseydi, diye düşünüyorum. Çünkü bundan sonrası daha zor olacak.
Sonrasında ne oldu? Gazze kahramanı Bülent Yıldırım çıktı kürsüye. Büyük bir coşku ve merakla acaba ne söyleyecek diye bekledik! Ne yapalım, ne de olsa koskoca İsrail’e meydan okumuştu ve Türkiye hükümetini kendi gayesine hizmet ettirmişti. Gerçi, operasyon esnasında bayrak direğindeki Türk bayrağını indirip, yerine Kameron bayrağını çekmesi veya neden cani bir devletin emperyalistlerce desteklenen askeri gücüne karşı silahsız insanları kalkan olarak kullanılması gerektiği izah edilemeyen sorular olsa da, giderek olayın mahiyetini daha fazla netleştirmeye doğru götüren emareler ortaya çıkıyor, yine de önemli şeyler söyleyeceğine emin bir şekilde bekliyorduk. Bayrak değiştirmeyi kendi önyargısı, basiretiyle mi yaptı, yoksa birileri direktif mi verdi? Bunu soramazdık, karizma çizilirdi… O olaylardan sonra, Kameron heyetinin Türkiye’de ne işi olabilir? Yoksa uluslar arası sularda NATO üyesi bir ülkenin bayrağının olduğu bir gemiye saldırının savaş bahanesi olması gibi bir tehlikeden, Türkiye’yi kurtardığı için mükâfat almaya mı gelmişti?
Az çok, İsrail’e hükümetle ve hatta Türkiye devletiyle işbirliği içinde aba altından sopa göstermeye çalışıldığını ve gemi içerisindeki muazzam görüntü sistemini kurduklarını biliyorduk, ama yine de en azından 9 Müslüman’ı sadece Gazze’ye yardım götürme veya ambargoyu delmek için mi feda ettiğini öğrenmek istiyorduk. Olay küçümsenecek bir boyutta değildi, en azından İsrail’in saldırması durumunda Türkiye’nin de müdahale edeceğini ilan ettiği, uluslararası bir organizeye öncülük edilmişti. Müslümanların öldürülmesinin karşılığı, sadece cenazelerin Türk bayraklarına sarılması ve taziye evlerine cumhurbaşkanı ve başbakanın çelenk göndermesi miydi? Doğrusu, yaralıların bulunduğu hastanenin önüne dev Türk bayrağı asmakla yetinmeyip, (askeri ve sivil resmi erkân ziyarete gelecek diye) yaralıların başuçlarına da bayrak asmalarına bir anlam veremedik. Ulusal simgeleri bolca kullandığını ve sıcak çatışmalarda taraf olduğunu iyi biliyorduk; ancak bu kadar da abartacağına ihtimal vermiyorduk. Türk hükümetinin yiğitçe tavırlarına aldanıp, basın açıklamalarında teşekkürlerimizi ilan edecek kadar duygusal bir süreci yaşadığımızıitiraf etmek gerek. Medya ve çevre yönlendirilince, biz de bu akıntıya kapıldık.
Neticede biz de insanız. Toplumun sevinçlerine, duygusallıklarına, tepkilerine ilgisiz kalamazdık. Sanki biz müslümanlar, yine devletin oynuna gelmiştik ve bundan haberimiz yoktu.
Bu mücadeleyi biz mi verdik, yoksa Türk devletlerinin bazı isteklerine itiraz ettiği için İsrail devletine baskı uygulama aracı mı yapıldık? Ecevit hükümeti döneminde buna benzer ödünler koparılmamış mıydı? Acaba buna benzer uluslararası hesaplar mı yapılıyor? Neyse bunlar biraz ince ve karışık olaylar.
Şimdi bazıları, Bahattin Yıldız bahanesiyle bağcıyı dövmek istediğimizi zannedecek. Hayır. Kesinlikle öyle bir niyetim yok. Bahattin Yıldız’ın ne kadar mazlum ve mütevazı bir insan olduğunu belki de en iyi ben bilirim. Onun şahsına yapılan haksızlık, saygısızlık bize yapılmıştır. O, bütün samimiyetiyle hizmet ederken başkalarının bu samimiyetten nemalanması ve köşeyi dönmeye çalışması bizim hazmedebileceğimiz bir olay değildir. En azından Metin Yüksel’in sağlığında onu karalamak için her türlü pespaye ahlaksızlıklara tenezzül edenlerin, onun vefatından sonra nasıl bir tavır içerisine girdiklerini iyi biliyoruz. Onun ölümünden sonra, onun silah arkadaşı olduğunu, onunla bilmem kaç yıllık bir dostluklarının bulunduğunu söyleyenlerin sayısı azımsanmayacak derecedeydi. İtirazım işin bu yönünedir.
Altan Tan bir konuşmasında dile getirdiği, “bizim insanlarımız İsrail canileri tarafından katledilirken Bülent gibileri kamerasında ihale dosyaları hazırlıyordu” sözü ve daha sonrasında İHH başkanlığından sonra malvarlığının artığına dair söylentiler, yabancı olduğumuz konular değil. En azından, -sol kesimde saldırı var diye- daha konuşmaya cesaret edemediğimiz bir Deniz Feneri gibi paradoksumuz var. Ve ondan geriye kalan Kanal7, Ahmet Hakan ve Uğur Yücel gibi acubelerimiz. Neyse.
Bülent Yıldırım, sözü evirip çevirdi ve Mavi Marmara olayına getirdi ve Bahattin Yıldız ile Faruk Aktaş’ın Afganistan’a gitmemiş olmaları durumunda gemide olacaklarını ve bugün 9 değil de 11 şehidimizin olacağını övünerek anlattı. İnsanların öldürülmesiyle nasıl övünülür veya gurur duyulur bilmiyorum, ama bu bana acayip geldi. O da ümmet bilincinden ve İslam kardeşliğinden bahsetti, ama bu ümmetin içerisinde birilerini hiçbir şekilde koymadı. Oysa o,gemi olayından sonra “Kürtlerin bu kadar cesur ve yiğit olduğunu bilmiyordum. Onlar gerçekten kahraman insanlardır. İsrail askerlerine onların sayesinde iyi bir ders verdik!” mealinde sözler sarf etmemiş miydi?
Sonra, bir imam çıkardılar ve o sadece bir kesime lanet okumakla yetindi. Şehitlerini rahmetle andı ve ülkeyi b ölmek isteyenlerin Allah tarafından kahr ve perişan edilmesi temennisinde bulundu. Yıllardan beridir bu teraneleri duyuyoruz.
Edirne mezarlığına kadar yürüdük, bir dostum beni Metin Yüksel’in mezarının başına götürdü. Sadrettin Hoca, Süreyya bacı ve Metin birbirlerine yakın yerlerde yatıyorlardı. Üç mazlum insana bir yenisi komşu geliyordu. Burada da bilindik şekilde dualar okundu. Yadırgadığımız ve tamamen devlet dilinin hâkim olduğu dualarda ve konuşmalarda, bizim mazlumiyetimize dair tek şey söylenmedi. Osmanlı devleti düşüncesi her ana hâkimdi. Çeçenistan, Bosna, Azerbeycan, Doğu Türkistan, Filipin, Moro, Keşmir, Filistin ve birazda Kerkük’ten dolayı Irak vardı dualarında.
Biz yoktuk. Bizi egolarının darağaçlarında asmışlardı ve bizden eser kalmasın diye darağaçlarını kaldırıp, izlerimizi yıkamış/silmişlerdi. Oysa onlarınbu alanlara gelebilmesi için, taşıdığımız hamlalık küfelerinin izleri henüz sırtımızda duruyordu. Cellâtların kırbaç izleriyle, hamallık küfesinin izleri birbirine karışmıştı. İkisi de acı veriyordu. Bahattin ile birlikte kan-ter içerisinde hamallık yaptığımız bir zamanda, onlar bürokratik işleriyle meşguldüler vehiçbir şekilde biz onların akıllarına gelmedik. Basit egoları için, bizi darağaçlarına götürmekten çekinmediler ve biz öldükten sonra da bizim ardımızdan kendileri için pirim olsun diye ağıtlar yakmayı da ihmal etmediler. Bunun gelenek haline getirmişlerdi, vazgeçemezlerdi. Cellâdın kırbaçları bizim bedenimizi kanattığı zaman, topluma ayıp olmasın diye “arkadaşlar gazanız mübarek olsun!” gibisinden yavan ve yüreklerinin eseri olmayan cümlelerle bizi avuttular. Oysa bu topraklarda samimi yürekler vardı ve onların hamallıkları neticesinde bir noktalara gelinebilmişti.
Bundan sonrasında, Güney ve Yıldırım’ın başkanlık yaptıkları ve tamamen ulusal değerlerin hakim olduğu derneklerde birkaç gün taziyeler kabul edilecek ve Bahattin Yıldız diğerleri gibi, en fazla yılda bir kez hatırlanan bir Müslüman olarak zihinlerden silinmeye bırakılacak. Yani değişen bir şey yok. Yeniden inşa olan ve yeniden tevhit bilinciyle şekillenen gençlerin bu geleneğe dikkat etmesi ve geleceğini her an ne yapacakları belli olmayan bu gelenekçilerin eline bırakmaması gerekir.Geleceğe dair ümit ve hayallerini, kimi zaman cellâtların safında bile yer almayı erdemlik bilenlerin primlerine feda etmemelidirler. AKP gibi muhafazakâr bir gelenekten gelen hükümetin iktidarda olduğu bir dönemde, kirli ve karanlık ilişkilerin her zaman bizim ümit ve hayallerimizi imha etmeye namzet olduğu hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Şu da unutulmamalıdır: İnançlarıyla yüreklerini bütünleştiren inkılapçılar, kirli ilişkilerin ağına düşmeden daha aydınlık bir geleceği inşa etme potansiyeline fazlasıyla sahiptirler.
Tepki vermeksizin, yanlışları eleştirmeksizin, İslam adına yapılan ihanetleri ifşa etmeksizin var olmanın, var olmak olmadığını öğrenen bir nesil olarak, mücadele alanında meydana gelen tükenmişlik, tıkanmışlık, savrulmuşluk, yozlaşmışlık ve içten pazarlıklı hale gelmişlik karşısında daha onurlu bir gelecek hazırlamanın çabası içerisinde alacaklarından kuşkum yok. Dolayısıyla geleceğe ümitle bakıyoruz ve geleceğe dair hayallerimizin gerçekleşme sürecinde olduğuna inanıyoruz.
Bahattin Ağabey
Bahattin Yıldız’ın Türkiye Tevhidî Uyanış Sürecine İlgisi ve İslami Direniş Çizgisine Katkısı!
Rahmetli Bahattin Ağabeyin İzinde
Durmayan adam Bahattin Yıldız
Güle güle! Direniş öğretmenim
Bir ağabey uğurladık, bir Yıldız kaydı içimizden
Bir Yıldızımız ve bir bülbülümüz uçtu
Direncimizi yitirdik, farkında mıyız?
Okyanuslardan Hindikuş Dağları'na
Dağa çarpan hakikat gönüllüsü
Haza şehid
Hakiki bir Mücahit Abdülhamit
Hüzündür en çok yakışan bize
Bir yıldız daha kaydı aramızdan
Bahaddin Yıldız çağrısı
Bahattin Ağabey gideli on yıl oldu
Bahattin amcama mektup
Bahaddin Yıldız - Abdülhamid Muhaciri - Ferhad Dağcı
Sözünde duran bir yiğit daha Rabb'ine kavuştu
Bir yıldız gibi kayarak ayrıldı aramızdan
Ümmetin yüreği
Güle güle Bahattin abi
Bahattin, Faruk, Cevdet ve diğerleri
Bilal'lerden Fuat'lara!
Karanlığa bir yıldız daha çaktık
Bahattin Yıldız
Yıldızımız, ağabeyimiz
Bahattin Yıldız'da yedi güzel adamı okumak
Öteye gideceğini çok önce haber veren “Yıldız”
Bahattin Yıldız 'Cihad günlüğü' son noktayı koyu
Şehid
Orası devlet
Savaşan Afganistan'da şehit düşen adam
Işığa koşan kelebek ; Bahattin Yıldız
Sana bu ölüm çok yakıştı Bahattin ağabey
Ses ver Bahattin ağabey
Sevdasına kavuşan adam
İzmir'in yiğidi
Bir ‘Yıldız’ daha kaydı aramızdan
Bahattin Yıldız
Bir yiğit adamı kaybettik
Bahattin Abi’nin İzmir’i ve 'Bizim çocuklar'
Bir damadın ardından
Bahattin Yıldız'ın ardından
Bahattin Yıldız aradığını buldu
Bahattin Yıldız'a mersiye
Gülün vedası yahut Bahattin Yıldız'ın şehadeti
Şehadetin kutlu olsun Eritre'li
Türkiye müslümanları yiğit bir akıncısını daha Rabbine şehit olarak gönderdi
Bahattin Ağabey, bir yıldız gibi Afganistan'a kaydı
Bastığı yerleri yeşerten Adem
Bahaddin YILDIZ ağabeyin aziz hatırasına
Bir gaza erine yaraşır şekilde bu dünyadan ayrıldı
Palandöken Dağlarından Kunduz Dağlarına, oradan da Cennete uçan kartal
Yalnız kurt
33 kişiden biri Yıldız'dı, o kalemin kalbiydi!
Bir yıldızımız da Salang Geçidi'nde söndü
Özlüyoruz Abi!
Selamünaleyküm Bahattin abi
Adı Bahatin olan o ışık
Siz Bahattin Yıldız'ın ellerini görmüş müydünüz?
Söz biter bazen... Kelimeler düğüm düğüm dizilir insanın boğazına
Annemden sonra hiç bu kadar ölmedim!
Afganistan savaşımızın en aşinâ simâlarından Bahaddin Yıldız'ın ardından
Yaşadıkları gibi giden iki güzel insan
Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Firakında keder içindeyiz
Çorba, Bahattin Yıldız, tesettür
Dağlara
Bahattin Abi’nin vedasının gençlere yüklediği sorumluluk
Koskoca bir ‘kardeş’ dünya
Bahattin Yıldız'ın ardından
Bahattin Yıldız'ın ardından
Sevgili Bahattin ve Faruk'a
Yıldızlar ölmez
Hoda hafız biraderani Mucahidan!
Bir Yıldız kaydı, yenileri doğsun diye