x

Dünyayı Kuşatan Yüreğin Anısına

Düşünce Dünyası

Medeniyet Krizinde Öne Çıkmak

Medeniyet kavramının birçok tanımı yapılmaktadır.

    Medeniyeti teknik ilerleme olarak anlayanlar olduğu gibi, toplumu kuşatan, tarihsel süreç içerisinde toplumların biriktirdiği sosyal, siyasal kültürü, yaşayışları, bilimi, tekniği içine alan bir sonuç olarak anlayanlar da olmuştur. Şehirli ve belli kurallar çerçevesinde şehirde yaşayan, adaletin ve erdemin gerçekleştiği yer şeklinde de tanımlamalar yapılmıştır. Bu anlamda İslam medeniyeti şehir medeniyetidir denmiştir. İnsan, taban medeni bir varlık olarak kabul edilmiş, kendi başına tüm ihtiyaçlarını karşılayamayacağından da toplumsal bir varlık olarak tanımlanmıştır. Bireyler aileyi ve kabileleri oluşturmuş ve böylece milletler meydana gelmiştir. Medeni toplumlarda, toplumsal iyi olarak adaleti gerçekleştirmek ve bireysel davranışlarda da erdemi ortaya çıkarmak hedeflenmiştir. İslam’ın hedeflediği bireysel ve toplumsal yapı, peygamberlerin önderliğinde ortaya çıkarılmıştır. 

    İslam, hayatı bütünüyle kuşatan bir düşünce sistemi, yaşam biçimi ve bir dindir. İnsanın doğumundan ölümüne kadar hayatının tüm safhaları, anları için sözü olan bir iddiayla gelmiştir. Tarihten gelen ve zamanları, coğrafyaları aşan hayatı anlamlandırma söylemi yeni de değildir. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu düşünce İslam ile son adını almıştır. İslam’ın tarihte ki son sözcüsü ise,  Hz. Peygamber olmuştur. 
Toplumlar tarih boyu krizlerle karşı karşıya kalmışlardır. Toplumları yaşadıkları krizlerden Peygamberler çıkarmış ve unutulan hak ve hakikat onlara tekrar hatırlatılmıştır. Toplumlar Peygamberlere rağmen hak ve hakikatten yüz çevirmişlerse Allah’ın azabından kaçamamışlardır. Kur’an-ı Kerim’de Peygamber kıssaları şeklinde bununla ilgili birçok örnekler verilmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) de toplumsal krizlerin yaşandığı bir topluma Peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. Peygamber de inandığı dava uğruna toplumun önüne çıkmakta, onlara hakkı anlatmaktan asla geri durmamış ve canı pahasına, sabırla toplumuna yol göstermiştir. Hz. Peygamber’in bu mücadelesi sayesinde toplum kısa bir süre içerisinde kendini toparlamış ve yeni bir yola çıkmıştır. İslam’ın insanlığa sunduğu hayatı anlamlandırma ve insanın yeryüzü serüvenini tanımlamasıyla insanlığın medeniyet yürüyüşü de kaldığı yerden tekrar başlamış oldu. Bireysel yaşayıştan aile yapısına, toplumsal yapıdan devlet olmasına doğru tarihsel yolculuğun tohumları ekilmiş oldu. 

    Hz. Peygamber’in vefatıyla ilk krizin başladığını söyler üstat Sezai Karakoç. “Peygamber ölür ya da öldürülürse eski alışkanlıklarınıza geri mi döneceksiniz?” ayeti (Ali İmran/144) hatırlatılır ve Peygamber fanidir, baki olan Allah ve O’nun dinidir. İlk kriz de aşılır. İslam tarihi boyunca medeniyetimiz birçok krizle karşılaşır ve dört halife döneminde Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve daha sonra hilafet tartışmaları, hilafetin babadan oğula geçmesi, ilk dönem krizleridir. İslam medeniyeti tarihsel yolculuğuna devam etmiş ve kendine has bir toplumsal yapı oluşturmuştur. İslam medeniyeti tarihin ve toplumun merkezinde yer almış, ne doğulu ne de batılı kendi coğrafyasına özgü bireyi, aileyi ve toplumu inşa etmiştir. İslam farklı milletlerle karşılaşarak onların kültürlerini kendi içerisinde eritmesini bilmiş, kendi formuna dönüştürerek diğer kültürlerle birlikte yaşama tecrübesini de göstermiştir. 

    Tarihimizde Haçlı ve Moğol saldırıları, medeniyetimizin en büyük krizlerinden kabul edilir. Bu saldırılarla İslam toplumunu yaktılar, yıktılar. Ancak zamanla İslam toplumu derlenip toparlandı ve bu krizi atlatmasını bildi. Yapılan tahribatlar telafi edildi ama bazı tahribatlar geri dönüşü olmayacak şekilde kaldı. Bu krizler İslam medeniyetinin tarih sahnesinde yürüyüşünü engelleyemedi ve yeni dönemlerle kendini dinamik bir şekilde sürekli yeniledi.  Yeni gelişen şartları doğru yorumlayarak tarihin içerisinde yer almayı bilmiş ve tarihe yön vermiştir. Aydınlanma ile birlikte Batı medeniyeti teknik olarak daha hızlı ilerlediği için son iki yüz yılda savaşlarda elde edilen yenilgilerle İslam Medeniyetinin ilerleyişi yavaşlamış ve bu yavaşlayış yeni bir medeniyet krizinin doğmasına sebep olmuştur.

    İslam toplumlarında 19. ve 20. yüzyıllarda ortaya çıkan medeniyet krizi büyük bir kriz olarak hala devam etmektedir. Batılı toplumlar karşısında yenildiğimizi düşünen aydınlarımız, kurtuluşu da yine Batılı olmakta aradılar. Kendi medeniyet iddialarından vazgeçmiş, kendi geçmişini silmek isteyen, yok sayan bir zihniyet çareyi Batılılaşmak olarak anladı. Diğer solcu ya da sosyalist, komünist olarak tanımlayan kesim de çareyi kapitalizmi eleştirerek Marksizm’de aradı. Başka bir kesim de Batı’nın tekniğini alalım, kültürünü almayalım şeklinde çözüm aradı. Hâlbuki bu nasıl olacaktı? Tekniğini alıp, kültürünü almamak, medeniyetinden etkilenmemek mümkün mü? İslam’ın, tarihin derinliklerinden gelen o diriltici soluğu günümüze nasıl aktarılacak ve medeniyetimizin dirilişi için İslam toplumları, Müslümanlar ne yapmalıydı ya da ne yapmalı? Son iki asır bu tip soruları aydınlarımızın, düşünürlerimizin en çok sorduğu ve sorulara çözüm aradığı dönem olmuştur. 

    Öncelikle İslam’ın, hali hazırda yeryüzünde en çok teveccüh gören düşünce, diriltici ruh yükleyen, 21. asrın doyumsuz hazlarına karşı ayakta durmayı başarabilen, tüm saldırılara karşı koyabilen tek din ve düşünce sistemi olduğunu görmek lazım. Batılılar o yüzden çıldırıyorlar. Batılıların en az iki yüz yıldır saldırmalarına karşın hala diri, hala kendi düşünce sistemlerine sarsıcı etkiyi ortaya koyabilen yegâne sistem olduğu için en çok saldırıyı da İslam’a ve Müslüman coğrafyaya yapıyorlar. Her dönemin kendi şartları ve çözüm yolları vardır. Medeniyeti bir bütün olarak ele aldığımızda mücadele de tüm alanlarda olması gerekmektedir. Düşüncede, sanatta, teknikte, kültürde, bilimde, mimaride, bilişimde hayatı kuşatan tüm alanlarda birilerine öykünerek ya da birilerini taklit ederek değil, üreterek, geliştirerek mücadele edilebilir. Allah çalışana karşılığını verir. İslam’ın altın çağından sonra sanayi inkılabı neden İslam coğrafyasında değil de Batı da gerçekleşti. Bu sorunun nedenlerini iyi araştırmak ve nerede bilimde, teknikte geride kalındığı anlamak gerekmektedir. Örneğin Fatih döneminde geliştirilen top mermilerinin devamını neden biz değil de Batı getirdi. Motoru ve ateşli silahları Batı değil de biz geliştirmiş olsaydık, bugün ki medeniyet krizi yaşanır mıydı? 

    Bugün İslam coğrafyası iç karışıklar, iç savaşlar, siyasi istikrarsızlıklar, despot yönetimler, dışarıdan emperyalist devletlerin müdahaleleriyle uyutulmakta ve belini doğrultamaz halde bırakılmaktadır. Batılı devletlerin de istediği sosyal, politik meselelerden uzak duran, üretime müdahale etmeyen, daima tüketici konumda bulunması istenilen, kesintisiz pazar olarak görülen, yer altı ve yer üstü kaynakları sömürülen, zulme rıza gösteren, zulüm gören bir toplum ve ülke modelini tüm İslam coğrafyasına biçtikleri rol olarak gözükmektedir. Bu durumu kabullenen kesim olduğu gibi bu makûs talihi tersine çevirecek, var olan düzeni kabullenmeyen İslam’ın aydınlık geleceğine inanmış ve bu uğurda mücadele eden ve de şehit olan bir Müslüman kesim de var. 

    İslam coğrafyasında ve ülkemizde diriliş yolunun yolcusu olan, kendini ümmete adamış nice erler, yiğitler, önderler, alimler var. İslam medeniyetinin tekrar neşvünema bulması, bu ümmetin tekrar izzetli günlerine dönmesi için mücadele eden önderlerden biri de Bahattin Yıldız ağabeydi. O gerçekten inanmış bir mümindi. O İslam Medeniyetinin geldiği süreç içerisinde mevcut durumunu kavramış, vatan olarak bildiği Müslümanların yaşadığı coğrafyayı dolaşmış Anadolu ereniydi. Medeniyet krizinde ortaya çıkan, yaşantısıyla kendini Allah’a adamış, ümmetin kurtuluşu için kendince çaba harcamış örnek bir şahsiyetti. Kriz zamanlarında toplumu bir arada tutan, topluma önderlik eden, umutsuzluk zamanında umut aşılayan âlimler, liderler, ağabeyler tarih boyunca var oldu ve olmaya devam edecektir. Toplumun kanaat önderi şeklinde de tanımlanan bu kişilerin sayılarını artırmak için çalışmalı, gayret etmeliyiz. İslam toplumunu oluşturan münzevi, küçük, kendi halinde örneklik teşkil eden bu çalışmaları, çabaları önemsemeliyiz. İslam davası için çalışanı, çaba ortaya koyan her çalışmayı değerli görüp, değerli yönlerini desteklemeli, yanlış görünen kısımlarını da usulünce düzeltmeli, samimi çalışmaları desteklemeliyiz. İslam sancağını daha üst hedeflere taşıyacak nesilleri yetiştirmeli, değerlerimizin kıymetini bilmeliyiz. Bugünü ve geleceği kurmak için geçmişle övünmek yerine, geçmişi en ince ayrıntılarına kadar analiz etmeli, ondan ilkeler, yöntemler çıkarmalıyız. İslam toplumları olarak başımıza neyin geldiğini öncelikle tam bir şeklide kavramamız gerekiyor. Kavramadan, anlamadan tam bir çözüm önerisi de sunamayız. Dolayısıyla işe öncelikle kedimize çeki düzen vererek başlamalı, aklıselim ile düşünerek yeni yol haritaları belirlemeliyiz.

Rifat TÜRKARSLAN

Bu yazı bahattinyildiz.com için kaleme alınmıştır. Yayın tarihi 02.04.2021

Ziyaretçi Defteri
Yükleniyor
Yükleniyor...