Yerel saatle 09.30’da, Bangladeş’in Hind Okyanusu sahilindeki, adını ülkenin İngiliz sömürgesi olduğu dönemden alan Cox’s Bazar şehrindeyiz. Biz derken TİKA görevlisi iki kişi; ben ve Turan Can ağabey. Ramazan ayındayız, oruçluyum. Başım çok ağrıyor, perişan vaziyetteyim. Dakka’da bizi karşılayan Koordinatör İsmail bey, koordinatör Yardımcısı Emrah ve Asistan Seyful’u da alarak, kampa doğru yola çıkıyoruz. Bu yol 40-45 dakikalıkmış, ama iki saat sürüyormuş, nedenini yaşayarak öğreneceğiz. Sahile doğru ilerledik, sahilde bir curcunadır, kopmuş gidiyor. Araçlar yoldan ayrılıp, sanki kuma saplanmak için sıra bekliyorlar. Araç dediysem bizimkine benzeyen birkaç minibüs ve arazi aracı. Geri kalanı, Türkiye’de bir zamanlar taktak olarak bilinen üç tekerlekli rikşalar; çekirge sürüsünü andırıyorlar. Buradan kurtulmamız ne kadar sürdü bilmiyorum, nöbette bekleyen kurtarıcıya aracımızı çektirerek yola devam ediyoruz. 1 km ilerde, bu sefer kumsaldan çıkma mücadelesi var. İşte bu iki engeli aşmak en az bir saatimize mal oluyor. Kumsaldaki mücadelenin sebebini sormayın, bu aralıkta, hem de şehrin içinde yol yok. Bu şehri; Cox’s Bazar’ı ve hayatı öğreniyorum, tam da bu hayatın içine dalarak.
Sonunda normal yola kavuştuktan ve rikşa sürüsünü birer birer geride bırakıp, tek araçlık, kıvrım kıvrım kıvrılan yollarda, korna sesinden bunalmış vaziyette, uzunca bir süre gittikten sonra, önce TİKA mutfağına, ardından AFAD’ın hastanesine ulaşıyoruz. Mutfak Yahya Garden yolu üzerinde, bir çiftlik evinin bahçesinde, temiz ve nezih bir ortam. Etraf mango ağaçları ve tropikal bitkilerle yemyeşil. Yol girişinde burada üretilen doğal kauçuk parçalarının askıda kurutulduğunu görüyoruz. Çalışanlar arzulu, yaptıkları işten; mahrum ve mazlum Arakanlılara yemek hazırlamaktan duydukları mutluluk yüzlerinden okunuyor. AFAD hastanesi başhekimi bizi bütün ekibiyle birlikte karşılıyor. Kampa hayat taşımanın heyecanı var söylediklerinde. “Burası yetersiz, hijyen yok, diyaliz ünitesi gerekli, ille de tam teşekküllü hastane kurmalıyız” diyor. Başka ne desin, ama elde olan da bu. Başhekimle vedalaşarak hastaneden ayrılıyoruz, kampta gıda dağıtımına yetişmeliyiz.
Gıda dağıtımı saat 12.00’de başlamış. Biz ancak saat 14.00’de oraya ulaşabiliyoruz. Dağıtımın düzenli olması için bir takım prosedürler geliştirilmiş; kimin hangi grupta olduğu ve ne zaman gıda paketi alacağı muhtarlar aracılığı ile ailelere ulaştırılıyor. İkisi bayan dört kişi iki ayrı masada ellerinde listelerle çalışıyorlar, herkeste müthiş bir arzu ve gayret. Gıda çuvalını alan evin yolunu tutuyor. Ev dediysem, üst üste paketlenmiş gibi etrafı sarmış ahşap kulübeler. Bunaltıcı sıcağa ancak bu bambudan imal evlerde katlanılır. Çatılar bambu yaprağı, naylon örtülerle kaplı, dayanıksız malzemeler. Kampın kalıcı olmaması için evlerin ömrü bir yıl. Yağmur mevsimini atlatmaları çok zor. Bu insanların geriye dönüşleri imkânsız, kamp dışına çıkmaları da yasak. Yollarda kontrol noktaları, giriş çıkışlar sürekli kontrol altında. Birleşmiş milletler, yardım kuruluşları kampları ağ gibi sarmış. Gıda ve diğer ihtiyaç malzemeleri dağıtılıyor. Bu insanların durumları, gelecekleri ne olacak kimsenin umurunda değil, kimse çözümden bahsetmiyor.
Gıda dağıtımı bitti. Şimdi yemek kazanlarının kaplara boşaltılması vakti. Pirinç pilavı ve sulu etten oluşan bir kişilik yemekler plastik kaplara doldurulup, ağızları kapatılıyor. Yanında muz, elma, hurma ve meyve suyundan oluşan yine bir kişilik meyve poşeti var. İftara 1 saat kala yemek dağıtımı başlıyor. Önce Kur’an tilaveti, vaaz ve duadan oluşan iftar programını dinliyoruz. Kur’an okuyan gençler kampta hafız olmuşlar. Müthiş etkileniyorum. Hayata, yokluğa, yoksunluğa Kur’an’la direnmek gerçekten müthiş bir şey. İftarlıkları dağıtırken bu mahzun ve mahcup insanlara ne yapsak azdır diye düşünüyorum. Yarım saat sürüyor, iki koldan yaptığımız etli pilav ve meyveden oluşan yemek dağıtımı. Bulunduğumuz boylam nedeniyle vakitler neredeyse hiç değişmiyor, gündüzler de Türkiye’den bir buçuk saat civarında daha kısa. Yolda saat 18.30’u birkaç dakika geçince iftar yapıyoruz. Su içiyor, meyve yiyoruz. Yol kenarında durarak verdiğimiz bu iftar molası da ayrı bir güzellik ve huzur verici.
Nihayet kumsaldaki maceramıza tekrar döndük. Ancak şimdi med vakti ve deniz dalgaları bütün kumsalı adeta ele geçirmiş. Yine de rikşa sürüsüne ve tabi bize de geçit veriyor. Kumsala giriyoruz ama çıkmak o kadar kolay değil. Çare aracı şoföre emanet edip, otele yayan gitmekte. Yorgun değil, bitkin vaziyette otele ulaşıyoruz.
14 Mayıs 2019
Bugün sadece yemek dağıtımı var, kampa biraz geç gidebiliriz. Aynı yol maceralarını yaşayarak, ikindi üzeri kampa ulaşıyoruz. İkindi namazına TİKA’nın yaptığı cami ve medreseye gidiyor ve küçük çocuklar için götürdüğüm şekerleri hocaya teslim ediyorum. Bu çocuklar da Kur’an öğreniyor, hafızlık çalışıyorlar. Dağıtması için Seyful’a verdiğim t-shörtler de yemek dağıtımının sonunda sahiplerini buluyorlar. İçimde bir huzur, bir ferahlık var ki, değme gitsin.
Bugün aracımız dönüşte kumsala inemiyor. Deniz yükselmiş, zira med vakti. Ayın çekim etkisi günden güne değiştiği için denizin çekilip yükselmesi de ona göre artıyor veya azalıyor. Yaklaşık 1 km’lik yolu yürüyerek sabah taşındığımız yeni otele ulaşıyoruz. Önceki otelde yemek sorunu vardı. Bu otelin aşçısına bizim Tarık usta Türk yemekleri öğretmiş. Otel ücreti de aynı olunca, Türk yemekleri bizim için konfor oluyor.
Cox’s Bazar nehirlerin dal budak salarak ulaştığı Bengal Körfezinin kıyısında, uçsuz bucaksız, incecik kumdan oluşan muhteşem bir sahile sahip bir şehir. Bu sahil dünyanın en uzun sahili, kesintisiz 140 km uzunluğunda. Dalgalar, eni ben diyeyim 300 m, siz deyin 500 m, adeta kumları boylu boyunca yalayarak geri çekiliyor. Bu akşam saatleri med vakti olduğu için Hint Okyanusunun ritmik dalgaları daha gür bir seda ile sahile vuruyor. Okyanus dalgalarının bu ürpertici sesi duyulmaya değer. Deniz cezir vakti de dalgalı, sahilde çok az insan, çoğu çocuk ve gençler geziniyorlar. Bir iki kişi dalgalarda sörf yapıyor.
Ramazan nedeniyle denize rağbet yok sanıyordum. Meğer deniz sezonu burada kışınmış. Yine şezlonglar sıra sıra dizilmiş müşteri bekliyor. Kışın deniz durgunlaşıyor, çarşaf gibi oluyormuş. Zaten üşümek diye bir problem yok. Üstelik yazın sıcağı sevmediği için sinekler de kışın çıkıyormuş. Benim için fevkalade bir durum, kanalizasyonların açıkta, yolların çöple dolu olduğu bir yerde yazın sinek olmaması ne büyük bir nimet. Bu sayede ülkede sıtma yok, aksini düşünemiyorum bile, Afrika sıtmadan kırılırken, aynı şartlar olmasına rağmen sinek yok, ne kadar ilginç değil mi?
15 Mayıs 2019, Yerel Saat: 22.50
Cep telefonumun tarih ve saatinin hatalı olduğunu fark ettim. Güya ayarlamıştım, meğer bir gün geriymiş. İleri alıyorum, bu sefer de alarm imsak ve sabah namazı için çalmıyor. Telefon sözüm ona akıllı, aklınca hareket ediyor. Sonunda senkronizasyonu sağlayarak problemi çözüyorum.
Bugün, bizim mutfakta çalışan bir gençle gıda dağıtım alanının karşısındaki mescide ikindi namazına gittik. Kimseye haber vermeden gittiğimiz için Emrah ve diğer arkadaşlar tedirgin olmuşlar. Tedirgin olmakta haklıydılar, ancak yalnız başıma bir yere gitmediğimi, yanımda bir rehberimin olduğunu, bu nedenle tedirgin olmalarına gerek olmadığı söyledim. Benim amacım hiç değilse namazda kamp sakinleri ile beraber olmaktı. İzleyen günlerde, yine o gençle, o mescide ve yakındaki başka bir mescide ikindi namazına gittik. Mescitler barınak için yapılan barakalardan. Zeminleri beton, üzeri naylon örtü ile kaplıydı. İlk gittiğim mescidin zemininin yarısı naylon örtülüydü, diğer yarısının da naylonla örtülmesi için mescidin görevli hocasına yardımda bulundum. Kısa süre sonra ödeme belgesi ile gelen hoca örtünün alındığını sevinçle bildiriyordu. Reşat’la gittik, gördük, çok sevinçliydiler. Hayır dualarını aldım, şükürler olsun.
Kamptakiler için asıl korktuğumuz yağmur bugün yağdı, ama çok hafif. Oysa çakan şimşek ve gök gürültüsü ürkütücüydü. Yağmur şiddetli bastırırsa ne yaparız diye endişelenmem boşunaymış. Allah bilir, insan bilmez. Dönüşte med vakti, deniz kabarmıştı, sahile araçla inemedik. Biz de yeni açılacak yoldan yürüyerek otele döndük. Yolun kısa sürede açılacağına dair bir işaret yok.
16 Mayıs 2019
Cox’s Bazar’da, yollarda ve kamplarda yaşayan bu insanlar, bütün bu hayvanlar; keçiler, köpekler ve inekler… hayata neden bu kadar ucundan tutunuyorlar. Sanki hayattan kimsenin bir beklentisi yok, tıpkı insanlar gibi hayvanlar da daracık yollarda gelip geçenleri seyrediyorlar. Önündeki gıda paketini almaktan aciz, ne yapacağını bilmez haldeki yaşlı ve gençlere şaşırıyorum. Yoksulluk, dışarıyla irtibatı kesik bir kuşatılmışlığın verdiği mahrumiyet, kamp hayatı ne zamana kadar sürebilecek, yeni bir hayata dair ufukta en küçük bir umut ışığının olmaması ve gelen yardımlarla geçecek bir ömür korkunç bir dram yüklüyor hayata. Bir de sıcak ve nemli iklimin insanlar üzerinde oluşturduğu rehaveti eklemek gerek. Sadece kamplarda yaşayan Arakanlılar değil, Bangladeşliler de aynı kaderi paylaşıyor. Herkes yardım istiyor, bir milyondan fazla insan söz konusu, kaç kişinin yarasına merhem olabilirim ki. Ama şehre dönüş yolunda sahilde bir adam gördüm. Bir elinde serpme balık ağı, diğerinde balık kovası, yürüyüşü ne kadar da canlıydı. Anlaşılan başarmış ve güven kazanmıştı. Oysa tıpkı insanlar gibi inekler, keçiler ve köpekler, iki aracın yan yana sığmadığı yolun kenarında, bazen de yolun ortasında gelip geçen rikşa sürülerini seyrediyordu.
Kamp yolunda hayat o kadar dar bir alana sıkışmış ki, bu bütün canlılara ölümcül bir kabulleniş getirmiş. Yolumuz arada bir geniş alanlara çıkıyor. İşte o zaman bu durgunluk yerini dinginliğe bırakıyor. İnsanlar meşgul, keçiler ve inekler biçilmiş pirinç tarlalarında karınlarını doyurma derdinde. Ama asıl ölüm sakinliğinin bütün bir hayatı kapladığı yer kamplar. Barakaların arasındaki daracık patikalarda bir çocuk deryası, bir o yana bir bu yana savruluyor adeta. Barakalar, birbirine geçmiş, üst üste yığılmış bambu dallarından bir yıllık ömür biçilen iğreti yapılar. Kamplarda Diyanet Vakfının, Türk Kızılay’ının ve İHH’nın bambu barakalarını görüyorum, duvarlarına isimlerini yazmışlar.
Az veya çok herkese gıda yardımı ulaşıyor. Kamp girişlerindeki tabelalara bakarsanız sanki bütün dünya burada, yardıma gelmiş. Ama herkes bir an evvel kampı terk etmeye ayarlı, tıpkı sabah geldiğimizde, yan tarafta boşaltılan kamyondan dağıtılan gıda paketleri sonrasında kaybolup giden Suudi Arabistan yardım kuruluşu gibi. Bir tek biz, TİKA personeli varız akşama kadar bölgede kalan. Zira sabit bir dağıtım yeri ve tesislerimiz var. Biz de güneş batmadan işimizi bitirerek kamptan ayrılıyoruz, arkamıza bakmadan adeta kaçıp gidiyoruz. Bu korkunç felaketi yaşayan insanların belki on binde beşine günlük sıcak yemek, binde 7,70’ine de günlük gıda paketi verebildiğimiz gerçeğiyle sarsılıyorum. TİKA’ya bu kadar müsade edilmiş, daha fazlası Bangladeş Devletinin engeline takılmış.
Gece yağan yağmur sonucunda, dağıtım yaptığımız 16 nolu kamptaki iki yetimhanenin toprak zeminini çamurla kaplanmış vaziyette görüyoruz. İki barakada toplam 165 kişi barınıyor. Bir grup Kur’an tilaveti, diğer bir grup hafızlık çalışıyor. Zemin örtüsünün masrafını üzerime alıyorum. Çatı tamiri için de AFAD ile temasa geçiyoruz.
Bugün yetimlere özel gıda paketi ve yemek dağıtımı yapıldı. TİKA asistanı Reshad’ın organizasyonu muhteşemdi. Gıda ve yemek dağıtımlarındaki programların hepsini Reshad organize ediyor. Ne güzel insan, tam bir dava adamı. Tekbirler ve ilahilerle yapılan dağıtım unutulmaz bir anı olarak hatıralarımızdaki yerini alıyor. Bütün gençleri tek tek kucaklıyorum.
Dönüşte sahil yoluna 40 dakikada, kumsala 25 dakikada gelebildik. En iyi dönüş süremiz. Geri kalan yolu rikşa ile yayık gibi çalkalanarak tamamlıyoruz. Arkada karşılıklı üçer kişi oturuyoruz, önde şoförün yanında iki kişi var. Erhan ve ben şoför sandığımız kişi inince şaşırıyoruz. Şoförün hangisi olduğunu öndeki iki kişi inince anlayabiliyoruz.
17 Mayıs 2019 Cuma
Bugün kampın içine doğru gidiyoruz. Kamplar demek daha doğru. Seyful 36 adet kampın olduğunu söylüyor. TİKA’nın dağıtım alanının bulunduğu 16 nolu kamp ve bitişiğinde 15 nolu kampı görmüştük. 15 nolu kampta 11 bin aile iskân ediliyormuş. Bu da 55-60 bin nüfus demek. Kampları birbirine bağlayan dar yoldan ilerleyerek, TİKA’nın yaptığı köprüyü ilk kez görmeye gidiyoruz. Daha sonra ön kabul yapılacak. Sağda 12, solda 11 nolu kamp tabelaları gözüme ilişiyor. Sonra 5 nolu kamp bölgesine ulaşıyoruz. Kampların kuruluşu farklı yer ve zamanlarda olduğundan sıralama düzgün değil.
Köprü inşaatı tamamlanmış, bağlantı yolları yapılıyor. Taş yerine içi dolu tuğlalarla yol zeminini döşüyor, üzerini kumla kaplıyorlar. Sadece kamplarda değil, bu bölgedeki bütün yol ve inşaatlarda çakıl yerine tuğla kullanılıyor. Atık veya imalat hatası bozuk tuğlaları kırarak, çakıl yerine geçen kaba malzeme elde ediyorlar.
Kamplar dalgalı bir araziye yayılmış, gözün alabildiği her yer kamp alanı. 1 Milyondan fazla bir insan kitlesinden söz ediliyor. Onlarca yardım kuruluşu her yerde, barınma sorunu yok gibi, yollar bakımlı, yol aydınlatmaları güneş panelli direk lambaları ile çözülmüş. Tuvaletlerin çokluğu dikkatimi çekiyor, su kuyuları oldukça yaygın. Her şey uzun ömürlü olarak yapılmış; yollar su kanalları ve mescitler her bir bina öbeğinde mevcut. Ezan sesleri her taraftan yükseliyor. Binaların ömrü bir yıllıkmış. Çünkü her şey bambudan yapılmış, bambu malzemelerin ömrü ise bir yağmur mevsimi kadar.
Bir süre yürüdükten sonra TİKA köprüsüne ulaşıyoruz. Çelik konstrüksiyondan yapılmış köprünün uzunluğu 40 m, genişliği 4 m, yayalar için 120 cm genişlikte yan yol yapmışlar. Sağlam ve kalıcı bir eser yapmış TİKA, yol bağlantısı da bitmek üzere.
Kampların kalıcı olması Bangladeşliler için endişe verici. Bunu daha Dakka havaalanında pasaport kontrol görevlisinin sözlerinden anlıyorum. Cox’s Bazar’a Arakanlıların kampına ramazan yardımı için gittiğimi söyleyince; “İnşaallah Birmanya’ya dönerler” diyor. 1 milyondan fazla insan işsiz, eğitimsiz ne yapar diyorlar. Kamplarda kalan bir grup gencin gasp edip dövdükten sonra bıraktıkları Bangladeşli bir genci gösteriyorlar. Şimdilik ortalıkta bir sükûnet varsa, bunda en büyük rol bölge insanının dindar olması. Dindarlığın tezahürü çok belirgin, hem Bangladeşliler, hem de Arakanlılar; kadınlar başörtülü, erkekler başlarında takke ve sakallılar. Herkes namaz kılıyor, oruç tutmayan yok gibi. Sadece bir genç gördüm, ağzı kıpkırmızı, bir şey çiğniyordu. Budistler de var; erkekler ya sakalsız, ya da çok uzun sakallı, ama başları açık. Budist kadınlarda başörtüsü yok. Kıyafetleriyle müslümanlardan ayrılıyorlar.
Köprüyü incelerken ekibi kaybediyorum, küçük bir çocuk, 7-8 yaşlarında, benim arkadaşlarımı aradığımı anlıyor, İngilizce nerede olduklarını söylüyor. Seyful “Bu insanlar eğitilse neler yetişir içlerinden kim bilir” diyor. Yemek dağıtımı sırasında küçük çocukların gözlerine bakıyorum, ne gözler var içlerinde, pırıl pırıl parlıyor, ama mahzun ve mazlum. Tutulacak el çok, ama tutacak el… Birleşmiş Milletler ve Unicef etrafta, her yerde, onların varlığı bana göre bu insanların kâbusu. Batı insanlığın hayrı için bugüne kadar nereye gitmiş ki, buraya da gelmiş olsun diye iç geçiriyorum.
Cox’s Bazar, yani Cox’un Pazarı, 1854’de Cox’un anısına kurulmuş. Birçok yerin ismini değiştirmişler, ama bura öyle kalmış. Hiram Cox 1799’da bölgeye gelen İngiliz Güneydoğu Asya Şirketinde görevli albay, Arakanlıları rehabilite etmek için gelmiş, Wikipedi’ye göre ömrü yetmemiş. Ardından gelen subaylar, rehabilitasyona devam etmişler. Bölge insanları işte bu şekilde sömürge eğitiminden geçmişler. Bunun adı da rehabilitasyon olarak literatüre geçmiş. Cox’s Bazar 1958’de ilçe olmuş. Bugün uçsuz bucaksız devam edip giden 140 km uzunluğunda bir sahile sahip, otellerle dolu bir kent. Geçmişinde de Arakanlılar var, her zaman baskı ve zulüm altında.
Bu Arakanlı Müslümanlar yaman insanlar, 17. yüzyıldan beri sömürgeciliğe karşı mücadele veriyorlar. Babür devletinden sonra bir daha rahat yüzü görmemişler. Geçmişte İngilizler, şimdi Budistler, ama her zaman perdenin arkasında İngiliz Sömürgeciliği var. Yüzyıllardır süren varoluş ve direniş destanını yazıyor Arakan Müslümanları. Kim bilir, belki onlar da Asımın neslindendirler; vatanlarında mahkûm ve parya.
Not: Bu anı yazı, daha önce Dünya Bizim web sitesinde yayınlanan nüshasının Yine Musa KIRCA tarafından gözden geçirilmiş ve ilaveler yapılmış halidir.
Bahattin Ağabey
Bahattin Yıldız’ın Türkiye Tevhidî Uyanış Sürecine İlgisi ve İslami Direniş Çizgisine Katkısı!
Rahmetli Bahattin Ağabeyin İzinde
Durmayan adam Bahattin Yıldız
Güle güle! Direniş öğretmenim
Bir ağabey uğurladık, bir Yıldız kaydı içimizden
Bir Yıldızımız ve bir bülbülümüz uçtu
Direncimizi yitirdik, farkında mıyız?
Okyanuslardan Hindikuş Dağları'na
Dağa çarpan hakikat gönüllüsü
Haza şehid
Hakiki bir Mücahit Abdülhamit
Hüzündür en çok yakışan bize
Bir yıldız daha kaydı aramızdan
Bahaddin Yıldız çağrısı
Bahattin Ağabey gideli on yıl oldu
Bahattin amcama mektup
Bahaddin Yıldız - Abdülhamid Muhaciri - Ferhad Dağcı
Sözünde duran bir yiğit daha Rabb'ine kavuştu
Bir yıldız gibi kayarak ayrıldı aramızdan
Ümmetin yüreği
Güle güle Bahattin abi
Bahattin, Faruk, Cevdet ve diğerleri
Bilal'lerden Fuat'lara!
Karanlığa bir yıldız daha çaktık
Bahattin Yıldız
Yıldızımız, ağabeyimiz
Bahattin Yıldız'da yedi güzel adamı okumak
Öteye gideceğini çok önce haber veren “Yıldız”
Bahattin Yıldız 'Cihad günlüğü' son noktayı koyu
Şehid
Orası devlet
Savaşan Afganistan'da şehit düşen adam
Işığa koşan kelebek ; Bahattin Yıldız
Sana bu ölüm çok yakıştı Bahattin ağabey
Ses ver Bahattin ağabey
Sevdasına kavuşan adam
İzmir'in yiğidi
Bir ‘Yıldız’ daha kaydı aramızdan
Bahattin Yıldız
Bir yiğit adamı kaybettik
Bahattin Abi’nin İzmir’i ve 'Bizim çocuklar'
Bir damadın ardından
Bahattin Yıldız'ın ardından
Bahattin Yıldız aradığını buldu
Bahattin Yıldız'a mersiye
Gülün vedası yahut Bahattin Yıldız'ın şehadeti
Şehadetin kutlu olsun Eritre'li
Türkiye müslümanları yiğit bir akıncısını daha Rabbine şehit olarak gönderdi
Bahattin Ağabey, bir yıldız gibi Afganistan'a kaydı
Bastığı yerleri yeşerten Adem
Bahaddin YILDIZ ağabeyin aziz hatırasına
Bir gaza erine yaraşır şekilde bu dünyadan ayrıldı
Palandöken Dağlarından Kunduz Dağlarına, oradan da Cennete uçan kartal
Yalnız kurt
33 kişiden biri Yıldız'dı, o kalemin kalbiydi!
Bir yıldızımız da Salang Geçidi'nde söndü
Özlüyoruz Abi!
Selamünaleyküm Bahattin abi
Adı Bahatin olan o ışık
Siz Bahattin Yıldız'ın ellerini görmüş müydünüz?
Söz biter bazen... Kelimeler düğüm düğüm dizilir insanın boğazına
Annemden sonra hiç bu kadar ölmedim!
Afganistan savaşımızın en aşinâ simâlarından Bahaddin Yıldız'ın ardından
Yaşadıkları gibi giden iki güzel insan
Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Firakında keder içindeyiz
Çorba, Bahattin Yıldız, tesettür
Dağlara
Bahattin Abi’nin vedasının gençlere yüklediği sorumluluk
Koskoca bir ‘kardeş’ dünya
Bahattin Yıldız'ın ardından
Bahattin Yıldız'ın ardından
Sevgili Bahattin ve Faruk'a
Yıldızlar ölmez
Hoda hafız biraderani Mucahidan!
Bir Yıldız kaydı, yenileri doğsun diye