Akşam saat 19, İstanbul-Karaçi uçağı için havaalanındayız. Dr. Adnan İzmir’den gelmişti. Ömer, Mehmet’in hediye gönderdiği digital fotoğraf makinasını verdi. Mustafa Kılıç bir çuvala bastığı çocuk montlarını, bir bavul da kazağı getirdi. VIP’ten gireceğiz. On kişiyiz. Ubeydi bekliyorum. O da fotoğraf makinasını getirdi. Yeni makinanın yanında onunki biraz kaba kaldı. On çekimlik filmi ona veriyorum, daha büyük bir hafıza göndermesi için. Çıkış için sadece ben 70 TL ödüyorum. İçeri geçtik. Yolculukların başlangıçları bana hep sıkıntı veriyor. Fakat bütün yolculuklarımın ayrı bir tadı ve güzelliği var. Doğuya doğru gidişler bana her zaman hüzün yüklüyor. Bütün düşüncelerimi ayrı bir duygusallık basıyor.
Beşbuçuk saatlik bir uçuşla Karaçi’ye iniyoruz. İHH’nın iki sorumlusu Yaşar ve Recep, Denizli Musiad’dan 3 kişi, 3 doktor, iki de Ömerle ben, toplam on kişiyiz. Uçaktan ilaçları alınca her birimizin el arabası ilaçla doldu.
İslamabad bileti için gişeye yanaştığımızda ilk iki uçağın dolu olduğu cevabını aldık. İki memur eşyalarımızın çokluğuna takılmıştı. Arabadaki yüklerimizi hiç üşenmeden tarttılar, 500 kg yükümüz vardı. Fakat hepsi de deprem bölgesine yardım malzemesiydi. Dr. Adnan’la Recep yanaşıp İngilizce konuşuyorlar, adamlar 30 Dolar istiyordu. Bu parayı alabilseler belki de bizi ilk uçakla göndereceklerdi. Epeyce etrafımızda döndüler, pazarlık yaptılar. Fakat para alamadılar.
Beton üzerinde yatmış bir kadın, yanında da sırtüstü yatan kafası saçsız bir bebeği vardı. Bebek sanki özel yatağında yatmışcasına tatlı tatlı uyuyordu. Yanlarında da kafasını beton direğe dayamış ihtiyar bir kadınla, uykusuzluğun perişan ettiği ihtiyar bir adam vardı. Pakistan saatiyle 11’de uçağa bindik. 12’de hareket ettik. İç hatlarda yolcu sayısı oldukça fazlaydı. İstanbul uçağının iki katı büyüklükte bir uçaktı.
Eski milletvekili Mehmet Sılay beyle yanyana oturmuştuk. Bir kitap karıştırıyordu, bırakınca rica ettim. İHH ile yurtdışına çıktığı kendi notlarıymış. Hindistan, Afganistan, Türkiye var. Bir kitap da 99’daki Türkiye depremiyle ilgili yazmış.
Uçaktan indik, eşyalarımızı arabalara doldurduk. Yardım elemanları olduğumuz gören gümrükçüler bizi sıraya sokmadan geçirdiler. Dışarı çıktığımızda İHH’nın minibüsü gelmiş bizi bekliyordu. Merkeze gittik. Dışarda kalmıştık. İHH’nın Pakistan’daki partner kuruluşu Hubeyb’le aynı binadaydılar. Islamic Üniversite’de okuyan Muhammed, Denizli ekibini götürmüştü. Mehme Sılay’la Antalya’lı doktor da gitmişti.
Geriye biz kalmıştık. Muzafferabad’dan dönen Dr. Ahmed’in yüzünden yorgunluk akıyordu. Acaba ne kadar süre sonra bu halini üzerinden atacaktı. Ya da biz ne kadar süre sonra bu hale gelecektik. Onun yüzüne bakan oradaki şartların güçlüğünü ya da yapılacak iş çokluğunu, bu yüzün ifadesinde bulabilirdi. Dr. Selçuk, Adnan’a epeyce bilgi verdi. Kızılay’daki doktorların yardımlarından, onlardan alınacak bilgilerden, hastaların biçiminden, neyi yiyip neden kaçınacağından, içme suyundan epeyce bilgi verdi. Akşam olmuştu. Uçakta verilen sandviç dışında dün akşamdan beri açtık. Dr. Adnan çıkışırcasına serzenişte bulundu. ‘Arkadaşlar bir yerde size yemek yedirip, çay içireyim.’
Kabil Restaurant’a gittik. Üst kata çıktık. Çalışanların hepsi Afganlıydı. Birkaçı Türkmence konuşuyordu. Kaselerde gelen et çorbasını içerken, turşu karışımı acılı sostan içine attım. Üstüne Afgan pilavı yiyip, sütlü çay içip kalktık.
Muzefferabad’daki son doktorun Türkiye uçağı yarınmış, gelmesi gerekiyormuş. Onu almaya giden minibüsle Dr. Adnan ve Ömer’le beraber yola çıktık. Saat 23 olmuştu. Şöfor açmış, Meri’ye çıkarken yemek molası verdi. Meri’den Keşmir virajlarına döndüğümüzde, şöforun uykulu hali beni endişelendirdi. Hal hatır sorarak onu biraz meşgul ediyorum. Sabah 4’de İHH’nın çadır kentine vardık.
Dr. Kasım bey, Dr. Adnan’a ayak üstü on dakika kadar bilgi verdi. Sabah namazını kılıp yattık. Dr. Adnan tek erkek doktor olarak sabah 9’da göreve başladı. Macaristan’da okul bitiren iki de Türk doktor kız vardı. Kliniğin bir de buralı bir ebesiyle, gönüllü sağlıkçı gençler vardı.
İHH’nın buradaki ilk faaliyeti klinik, ikinci olarak kliniğin hemen arkasındaki 200 çadırlık bir çadır kenti vardı. 1800 kişi barınıyormuş. Günde iki öğün her çadıra yemek dağıtılıyordu. Bunun için iğreti de olsa kurulmuş bir yemekhane vardı. Bir aşçı ve dört de yardımcısı çalışıyordu. Kampı idare için Pakistan Meri’li asker emeklisi bir müdür ve yardımcısı vardı. Malzeme taşımak için iki toyota kamyonet kiralanmıştı. Muzafferabad’a gidip gelen iki de toyota minibüs vardı. Yeni gelen yardım malzemelerinin depolandığı bir depo ve sorumlu depocu vardı. Urduca Türkçe tercümanlık yapan Muzafferabad’lı Davut ve Afgan Türkmeni Naim vardı. Davut Kuzey Kıbrıs’ta çalışırken Türkçe de öğrenmişti.
Çay demledim, zeytin, peynir vardı, yumurta da buldum. İğreti de olsa kahvaltı sofrasını kurdum. Dr. Adnan’ı çağırdım. Türkiye tipi bayat bir kaç ekmek vardı.
Naim: - Bunları Türkler yapıyor. Saat 11’le 4 arası ordan istediğimiz kadar ekmek alıyoruz. İsterseniz oraya beraber gideriz.
- Adnan! Çok hastan var mı?
- Oldukça çok. Doktor kızların maşaallahı var. Çok büyük iş yapıyorlar.
Ekmek almak için Naim ve Ömer’le yola çıkıyoruz. Beşyüz metre kadar sonra Deniz Feneri’nin yola gerili bez afişinin altından geçiyoruz. Yolun sağında Deniz Feneri’nin çadır kenti varmış. Nehrin üzerinden uzunca bir köprüyle Muzafferabad’ın merkezine geçiyoruz. Burada kaya yıkılan yer daha çok. Ortalık Pakistan yardım kuruluşlarının kendilerinden çok astıkları bez afişlerle görüntü kirliliği içinde. On sene önce yardım getirip üç gün kaldığım Muzafferabad’ı hafızamda şekillendirmek için her tarafa dikkatle bakıyorum. Fakat bu kadar yıkılmış bir şehirde adeta labirent çözmek gibi bir şey bu. Şehrin ana caddesindeki yıkıntılar, kayan yerler kenarlara itilerek temizlenen yol trafiğe açılmış. Ayakkabıcılar, kebapçılar, manavlar, kasaplar, bakkallar, inşaat malzemesi satanlar, eczaneler ikişerli üçerli faal haldeler.
Ana yoldan sola saparak yıkılmaktan kurtulmuş bir devlet yapısının bahçesine girdik. Pak Türk burada küçük bir aşevi açmış. Bir bölümünde de Kızılay’la ortak çalışan İstanbul Büyük Şehir Kartal Ekmek fabrikasının açtığı ekmek fabrikası var. Dışarıda depremzedeler sıraya girmiş ekmek bekliyor. Girişte askerler nöbet tutuyor. İçeriye giriyoruz.
- Esselamualeykum, kolay gelsin arkadaşlar.
- Aleykumselam.
Sırayla tokalaşıyorum, kendimi tanıtıyorum. Başusta Cengiz ve diğerleriyle tanışıyorum. İHH’nın ekmek istihkakı 35 olarak belirlenmiş. Fakat ben, ‘şu anda sayımızda azalma var, 20 tane alalım, yeterli’ diyerek imza atıp ekmekleri alıyorum.
Cengiz, ‘Buralar yıkıntıydı. Bir aydır çalışıyoruz. Fırın geldi kurduk. Pakistanlılara üretimi gösteriyoruz. Onlar öğrenince başlarına bir kişi bırakarak biz döneceğiz.’ diyor. Kurumlarımızı, insanımızı bu kadar uzak yerde çalışırken görmekten büyük bir sevinç duyuyorum.
Aracımıza bindik.
- Naim! Kızılay uzak mı?
- Yakın sayılır.
- Oraya da uğrayalım.
Ana caddeye inince sola dönüp yola devam ediyoruz. Parlamento, Anayasa mahkemesinin olduğu yer Türk Kızılay’ına verilmiş. Kapıda askerler nöbette. Selam verip içeriye girdik. Pırıl pırıl havada, golf sahası gibi yeşil bir örtüyle kaplı. İlk önümüze çıkan Kızılay eczanesi, sıradakilere bir bayan hemşire ilaç dağıtıyor. Selam veriyoruz, kendimizi tanıtıyoruz.
- Biz İHH’dan geliyoruz, yeni ekibiz. Burada yetkili kim?
İsmi alıyoruz. Yemek saatiymiş, masalar, sandalyeler ve kalabalık bir ekip tabulotlardan yemek yiyor. Bizi de buyur ediyorlar. Oturmuyoruz. Bu defa ki ziyaretlerimiz görmek, yerleri öğrenmek için. Geldiğimiz tarafa dönüyoruz.
Nehir solumuzda, biz oldukça yüksekten bakıyoruz. Nehrin karşı tarafından binlerce çadırın uzandığı bir kamp var. Biz yola devam ettikçe çadırlar da devam ediyor. Arada bir aracı durduruyorum. Ömer video çekimi yapıyor. Köprüden tekrar karşıya geçtiğimizde Naim’e ‘şöfora söyle sol yola girsin’ diyorum.
- Nereye gideceğiz?
- Hazır gelmişken nehrin bu yakasını da bir görelim.
Sağda bir yardım kuruluşu var, şöfora durmasını söylüyorum. Kapıdaki nöbetçilere buranın yetkilisini sorduruyorum. Yetkili bulma işi karışıyor. Üst tarafta bir de hastahane bölümü varmış. Naim’e ‘oraya geçelim’ diyorum. Ve yetkili soruyoruz. Rıdvan adında bir delikanlı geldi. Kendimizi tanıttık. Rıdvan ameliyathane sorumlusuymuş. Bizi konteynır ameliyathaneye götürdü. Terlikleri giyip içeri girdik. Ömer çekim yaptı. O sıra asıl yetkili Dr. Bilal geldi. Lahorluymuş. Avludaki masanın etrafına oturduk. Sütlü çay getirdiler. İçerken önce Dr. Bilal’e kendimiz tanıttık. İHH’nın yerini tarif ettik.
- Bizim de çadırkentte bir kliniğimiz var. Fakat ameliyathanemiz, X makinamız yok. Şu an iki bayan bir erkek doktorumuz var. Diyoruz.
- Bizim hizmetimiz sizindir de. Ameliyathane, X makinası, ne eksiğiniz varsa takviye yapabiliriz. Diyor.
- Bir tane de ambulansımız var. Her an çağırabilir, klinik için kullanabilirsiniz. Diyor.
Bilahare Dr. Adnan’la geleceğimizi söylüyorum. Bize konteynırlardan oluşan, eczane, labaratuvar, X bölümünü gezdiriyor. Kadın hastalar için yataklı bölümleri de varmış. Biz çocuk bölümünü gezip ayrılıyoruz. Yukarıdan gördüğümüz çadırkente doğru yola devam ediyoruz.
Tahran’ın Güney Otobüs terminaline gideceğim.
Aradan otuz sene geçmişti; onu unutmamıştım. Kaybolup gitmişti.
Gürcistan: 69 bin 700 km kare yüzölçümüne ve 5 milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin,...
Evet, İran devrimiyle hızlanan bir süreç var.
Sonradan kendisi de bir alçağın en az on kurşununa hedef olan Hayati ÜSTÜN, İstanbul'dan telefon ediyor.
İhtiyar delikanlı: Yaşlanan bedenine karşın, yaşlanmayan gözlerinden yiğitlik kıvılcımları saçan Ferman ağabey
Hep zaafiyet içinde yüzmeyi nasip ediyor.
Gecikiyor dostların kalbine.....
Akşam namazından sonra beş araçla programın yapılacağı Kumanova'nın banliyösündeki Likova'ya doğru yola çıktık.
Makedon hükümeti, batıdaki dağın ucuna 70 metre yüksekliğinde bir haç dikmiş.
Makedonyalı Müslümanlar 2005 yılını bitirirken Osmanlı ulemasının son temsilcisi İdris İdrisi Hoca Efendiyi kaybetti.
Reyyan'la beraber otobüsle Recklinghausen'e gittik. Oradan 11'de ICE'ye bindik.
Akşam Ahmet gelip aldı. Sonra eşi, oğlu Musab ve kızı Halenur'u da alıp Bochum'a gittik.
Akşam Ahmet gelip aldı, ailece ona başsağlığına gittik. Yan komşu Karslı inşaatçı da geldi. Sivas iki yıllık mezunuymuş.
Saat 12'de Musab geldi. Emine hanım Bilefeld'e gidecekmiş. 'Almaya gelmesinler, seni giderken biz bırakalım.' dedim.
Faik'in börekçi dükkanı varmış, oraya gidiyoruz. Hüsameddin'e telefon ettik. Bir saat önce eve gelmiş.
Priştina, 200 bin nufuslu bir şehir. Onüç cami var. İmam-Hatib okulu, İlahiyat Fakültesi dört senedir eğitim hizmeti veriyor.
Gayrimüslimlerin anlattığına karşılık üzerine gitmeliyiz. Teknolojinin ve iletişimin hızlandığı bu zamanda bu fırsatları iyi değerlendirip
İçerdeki bilgisayarlar okulun, orada yer olmadığı için burada duruyor.
Cahiliye dönemi ittifakları, zalim de olsa, mazlum da olsa, saldırgan da olsa, saldırıya uğrayan da olsa
Taklit, 'öteki'ni kalıp yargılarla anlamanın bir biçimidir. Taklit, sömürgeci iktidarın ve bilginin anlaşılması en zor
Bizler bugün bu salonda bir kader buluşmasında biraradayız.
İsrail'in ve dünya siyonizminin desteği ortadayken İslam dünyasının ilgisi sadece toplantılar, tel'inler bazında kalmamalı.
Siyonistlerin göz yumulan bir biçimde bazan Lübnan'a, bazan Gazze'ye saldırısının şaşırtmaca bir amacı vardır...
Berlin'e doğru hızla giden taksinin camına başımı dayamış, engin yeşillikleri seyrederken kendime sorduğum bir soru
Heredot'tan Pliny'e, Aziz Augustine'den Kolomb'a, açıkçası bütün Avrupa'dan bugünkü ABD'ye kadar...
Bugün burada kitaplardan derlenen bilgiler aktarılmayacak.
Bir dizgici anısı dinlemiştim. Daha çok okumak için bir yayınevine giriyor, okuyor, okuyor.
Arazideki ekiplerin hepsini topladık. Gori köyünden dağlara doğru giden yol üzerine, dükkanların alt tarafına üç çadır kuruldu.
Hareket: Bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim. Vücutu oynatma, kıpırdatma veya kımıldatma.
Dünyada başka yerlere yerleştirilen milyonlarca mülteci varken Filistinlilerin bunu anlamayıp...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Theodor Herzl, Sultan Abdulhamid Han'ın huzurundadır.
Otelin lobisi aynı zamanda lokanta ve çayhaneydi. Pakistanlı önce tek kişilik odasını tuttu.
Yemek yer misin, Muhammed? - Hayır, ağabey. Zahedan'a ne zaman varırız?....
Tahran'ın Güney Otobüs Terminaline gideceğim. Meydan-ı İmam Humeyni'yi batı yönünden Tophane tarafına koşar adım geçtim.
İran devrim kitabını iyi okursak, iki şey dağ gibi dikilir karşımıza:
Yirminci yüzyıl itibariyle petrol ve doğalgaz zengini bir ülke...
Peygamberler hata yapınca uyarılmışlardı. İnsanlar ise emredildikleri ve nehyedildiklerini bilirlerse...
Kararını vermişti, gidecekti. Önce İsmail'in evine gidip taziye ziyareti yapacaktı. Yapabilecek miydi?
Afganistan halkının İslam'a bağlılığı ve İslami endişeleri tartışma kabul etmez bir gerçek.
İslam yaşadığımız zamanda dünyanın en faal gücüdür. Yirminci yy.ın zarları Müslümanlar üzerine atıldı.
Biz bu akşam burada hayatlarını, insanlık tarihi boyunca bir kere yaşanan insan hayatını Allah...
İHH, Afganistan'da yıllardır faaliyetini sürdürüyor. Bu seneki Kurbanda bir ekip daha ilave edildi
1552, Rus Çarı zalim İvan'ın Kazan Hanlığını yakıp yıktığı tarihtir. Bu günün anısına da Kızıl Meydan'daki St. ...
Bir kenara oturup ekmek yanına birer meyve suyu içtik. Sonra 83 numara geldi.
Yol eski toz ve topraklı yol değil. Yeni yapılmış ve çok güzel asfaltlanmış...
Ha bugün ha yarın derken yine tası tarağı topladım. Dadaş Seyahat niçin bir kalır.
Dr. Rabbaniyle vedalaştık. ‘Yarın akşam buraya gel seni gönderelim. Kabil’in son durumunu mutlaka görmelisin...
24 Mayıs 1995, saat 15:10’da Afganistan Cumhurbaşkanı Prof. Burhaneddin Rabbani ile görüşmeye alındım
Celalabad’a döndük. Emanullah geldi. Marufların Peşaver’de olduğunu ve görüştüğünü söyledi.
Kabil’i seyrediyorum. İşte merkezi şehir önümde uzanıyor. Bütün güzelliğiyle demeli miyim bilmiyorum.
1991 yılında Sovyetler dağılınca bütün bağlı cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?
Cümbüş’te üç kuvvet vardı: 1- Cihadiler; dışarıyla alakası yok. 2- Pehlivanlar; (milisler) eski Necib’in...
Pazar; Erzurum garajı eski yerine yeniden yapılmış. Selami’yi tekrar aradım. Necmeddin’le geldiler.
Gece saat 03:30’da uyandım. Ezan okunuyordu. Namazı kıldım, uyuyamıyorum.
İstanbul’dan karayoluyla yola çıktığınızda, dört bin üç yüz km. sonra çöllerle kaplı Belucistan’a ulaşırsınız...
İran’ın güneydoğusuna, Afganistan’ın güneybatısına ve Pakistan’ın batısına düşen, 2,5 milyonu İran’da...
Gönlümde bir kıymet dairem var. Bunu açıklamalı mıydım? Evet bunu açıklamalıyım ki, anlatacağım anlamlansın diyorum...
Bırak git meydanları,Vur beni!
Saat 12’de İHH’dan minibüsle havaalanına çıktık. Üsküp’e Yakup Hoca’nın vefatı için taziyeye gideceğiz.
Kampa döndüğümüzde saat iki olmuştu. Halit, ‘Mecir bekliyor, taziyeye geç kalıyormuşuz’.
Taksiciler yapıştı. Hayır dedim. Biri inat etti. Araba gelecek desem de aldırmıyordu.
İkindide camiye gittik. Çıkışta Muallimin müdürlüğünü yaptığı okulu gezdim. Beşyüz öğrencileri varmış.
Hastahanedeki hasta ve yakınlarının hemen tamamı Afganlıydı. İsmail, Hanif’i aramıştı.
Vakit geç oluyordu. Taş pazarına gidecektik. Recep ve Halit acil alışveriş yapıp geri dönecekti...
Geriye 300 battaniye vereceğimiz kalmıştı. Depoya gelen battaniyelerden 180’ini yükleyip götürdük...
Çadırların dikiş yerlerinden su damlamaya başladı. Battaniyenin baş tarafı sırıl sıklam olmuştu...
Sabah namazında hava daha soğuktu. Namazı kılıp yataktaki sıcaklığımızın içine yeniden gömüldük...
Pakistan elektrik kurumu elemanları geldi. Huzeyfe’nin yerleştirdiği ana panodan kampa yeni hat çekmeye başladılar...
Akşam saat 19, İstanbul-Karaçi uçağı için havaalanındayız...
Afganistan’ın işgal gücü, seçimlerde hile olduğunu ısbatladı ve seçimler ikinci tura kaldı. Bu seçimlerde de hile var diye yazmadım.
Hayır, ABD Afganistan’da bir kurnazlık oyunu sergiliyor. Evet, çatışmalar var, kayıplar var...
Alman ve İsrail kabinesi ikinci ortak toplantısını Berlin'de yaptı. Birincisini Kudüs'te yapmıştı...
So wie ich daran glaube, dass der Angriff auf die Twintowers am 11. September 2001...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inandığım gibi...
2006 'nın Kasım ayında Kabil'deydim...
ABD-Ingiliz Orta Şark Kumpanyası bütün dünyayı parmağına taktı oynatıyor...
Çanakkale savaşı, sonradan ortaya çıkan sonucuyla Osmanlı devletinin bittiği savaştır.
İktidardasın Tom Amca. ABD başkanlığın kutlu olsun.
Bir garip ölmüş diyeler. Üç günden sonra duyalar...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Thedor HERZL, Sultan Abdülhamid'in huzurundadır.
1979'un 27 Aralık gecesi SSCB'nin kızıl ordusu, Afganistan'a girmişti. Görkemli, techizatlı, dünyayı korkudan titreten kızılordu ...
Doğudan, batıdan, kuzeyden güneyden her renkten , her dilden , her ırktan Müminlerin aşkla, vecdle...
Bütün kürreyi arzda yaşayan Müslümanları bugün heyecan dalgası sarmış durumda.
GÜRCİSTAN: 69.700 km. kare yüzölçüme, beş milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin...
Yılmaz ÖZTUNA: “Türkiye Gazetesi” nasıl bir gazete? sorusunun cevabını vermek çok zordur...
Ankara kökenli bir kitap “Şu Çılgın Türkler”.
Yedi güzel adamın dalından bir yaprak daha düştü toprağa
Bu yazıyı tasarlarken Pakistan’ın başında dolaşan sosyal ve siyasal desiseleri düşününce PAK-İSTAN hayalini kuran...
19 Temmuzda 23 Güney Koreli Güney Afganistan'da, Taliban tarafından tutuklanmıştı.
Time dergisi başörtülü İHH gönüllüsü Mine KARAKAŞ'ın resmini kapağına basarak "Türkiye'nin ikilemi" başlığıyla vermiş.
Kabil’e kar inmemiş fakat soğuk inmiş, yağan yağmurdan her taraf çamur içinde.
16 Aralık 2006’da MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) kuruluşunun yeniden ilan edildiğini gazetelerden okuduk. CHP’li Yüksel Çengel, 46. dönem MTTB Genel Başkanı. Milliyetçi Rasim Cinisli 47. dönem MTTB Genel Başkanı. İsmail Kahraman 48. dönem genel...
Bugün Terörizmin tarifi ABD’nin keyfine ve uzmanlık alanına bırakıldı.
Yeni gün için programimizi yapmistik...
Sabah namazini kildik, yeni gün için bize gösterilen çadirda istirahate çekildik...
AZAD Keşmir, Jammu ve Makbuza Keşmir denilen 222,236 km2 lik yüzölçüme sahip...
ABD günden güne kaybeden bir ülke. ABD´ye duyulan nefretin ölcüsü yoktur.
21 Aralk perşembe sabahı haberlerinde; hazar denizinin doğu yakasına düşen bir batı Orta Asya devleti olan Türkmenistan Devlet baskani ya da Türkmenistan Diktatörü S.Murat Türkmenbaşının öldüğü haberini duydum
Bir önceki gece paralı askerlerle çatışmadan dönmüştük. Kaybettiğimiz grubu bulabilmek için yorgunluğun üstüne ...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inan...
Müslümanlarin kendi hayatlarini iyilestirici her türlü isteklerinde elde ettikleri her türlü basarinin karsisina ezici ve yikici bir biçimde dikildigini görüyoruz.
Az tirajlı bir gazetede küçük bir iç sayfa haberine göre Afganistan’ın güneyinde...