24 Mayıs 1995, saat 15:10’da Afganistan Cumhurbaşkanı Prof. Burhaneddin Rabbani ile görüşmeye alındım. Kaç dakika vakit almamı sorduğum halde bildirilmedi. Üstada sarıldık. Kolumun durumunu sordu. Ve Afganistan’ın durumunu kendi anlatmaya başladı. Teybi izinle çalıştırdım. İznini alarak yalnız ve beraber resmimizi çektirdim. Saat buçuğa geliyordu. İzin istedim. Benden sonra Amerika’da iki yıl oturup Moskova’ya geçen Tacik Devlet içeri girdi. Bekleme salonuna geçtik. İçerisi kalabalıklaşmıştı.
Bugün öğretmenler günüymüş. Milli Eğitim bakanı ve davetli öğretmenlermiş. Salon da toplantı için hazırlanmış. Televizyon kameraları yerlerini almış. Tacik Devlet, Rabbani’yle sadece selamlaşmış ve çıkmış. Otele gideceği için onu başka bir arabayla gitmesi için bırakıp, dışişleri bakanlığına gittik. Almanya konsolosu gelmiş. Beni beklemeye aldılar. Konsolosun görüşmesine vakit varmış. Dr. Necibullah’ın yanına alındım. Saat 16:00’da yapılacak görüşmeye kadar 10 dakikalık vakit vardı ve bu dakikalar içinde ona özet birkaç soru sordum.
Vedalaşıp ayrıldım. İsa’nın yanına indim. Dışarı çıktığımızda arabamızı başka biri işe götürmüştü. Gelirken posta merkezinin yakın olduğunu görmüştüm ve İsa’ya araba beklememe gerek olmadığını, oraya kadar yürüyüp, otobüse binebilebileceğimi söyleyip izin istedim. O şimdi araba bulurum dediyse de, benim diğerlerinden farklı misafir olduğumu söyleyerek izin aldım. Çarşıyı bir daha turladım. Yarım kilo yeşil çay aldım. 6500 Afgani verdim. Meşrubatçıya girip bir fanta istedim. Hüsam’ın canına deysin diye. Aman Allah! Bu ne tad? Afganistan fantasıymış, çeyreğini dahi içemedim, bıraktım. 900 Afganiymiş. Bozuk olduğu parasından belli. Şerbeti basıp, ağzını kapatmışlar. Al sana fanta.
Gözüme bir kitapçı ilişti. Afganistan haritası olup olmadığın sordum. Yokmuş, bir tükenmez kalem aldım. Ayrıldığım dükkana geri döndüm. Özellikle genç kız ve erkeklerin, çocukların yüzlerinde gördüğüm yaranın adını ve sebebini sordum. Sıcaktan olan bu yaranın adı SALDANE imiş. İyileşince yüzde yara izi kalıyormuş. Bizim güneydoğudaki şark çıbanına benzeyen bir şeydi.
Aslında Saldane bahane idi. Bu genç kitapçıyla Afganistan’daki son durumlar üzerine düşündüğünü sormak için böyle bir giriş yapmıştım. ‘Afganistan için ne düşünüyorsun?’ dediğimde ‘Allah Afganistan’a sakinlik versin! Halk artık sakinlik istiyor. Hükümet ufak ufak bunu gerçekleştiriyor.’ dedi. Edebiyat Fakültesi mezunuymuş. O da önceden Hizip taraftarıymış. Fakat bu son durumlar onu uzaklaştırmış.
Hikmetyar hükümete niçin katılmadı dediğimde, ‘Onun kendi programı vardı herhalde.’ dedi. Fakat başbakan olmuştu, bundan daha yukarda iş yapabilecek makam yoktu ki.
Kendisi Mekruyanı Se’de oturuyormuş. Oraları kim vurdu diye sorduğumda, ‘Hükümet bir taraftaydı, diğer tarafta ise Hiziple Cümbüş vardı. Biz önce karakol savaşı sandık, fakat sonra öğrendik ki, iş büyükmüş.’ dedi. Evlerinin bir top mermisi aldığını, ailesinden bir kişinin ölüp, birkaç kişinin de yaralandığını söyledi. İstiyoruz ki, bu savaş bitsin ve halkımız gittiği gurbetten geri dönsün.
...
İslam’da Cihad vardır, siyasette koltuk vardır. Şeriat siyasetin üstünde olmalıdır. Eğer siyaset Şeriatın üstüne çıkarsa bu şeytanidir.
...
Taliban Kabil önlerine gelince Hikmetyar iki ateş arasında kaldı. Bir tarafta Mesut, diğer tarafta Taliban. Hikmetyar önce ufak tefek zayiat verdi, komutanlarından bazıları savaşmak istemedi. Çünkü hükümeti korumuş olacaklardı. Bu hepten bir kardeş kavgası olacaktı. Bazı komutanlar cepheyi terketti. Yanında kalan komutanları alıp kaçtı.
Mesut, şiilerin üzerine çok şiddetli iki günlük taarruz düzenledi. Taliban bu kavganın arasına girmek istedi ve şialardan silahlarını teslim etmelerini istedi. Ali Mezari silahları verdi. Komutanlarından bazıları, ‘Niçin verdin?’ diyerek karşı çıkıp savaşı sürdürdü. Taliban, Mesut’tan da bütün silahlarını, tankları, topları, uçakları istedi. Mesut o zaman onlara vurdu. Tecrübesiz oldukları ve kara araçlarıyla ellerini kollarını sallayarak seyahat ettikleri için dayanamadılar.
...
Devlet yemek yerken bıçak çatal tutuşuyla bu işi bildiğini veya eğitimini aldığını hemen belli ediyordu. Hatta o zaman şunları düşündüm; Hanedanın güzelliklerini, karlı beldelerini, yarış atlarını anlatan Dr. S. Yusuf ve Devlet mi, sade bir hayata sahip, kendi giyinme, yeme, oturup kalkma kültürüne sahip Nehzet gibilerinin elemanlarını etkileyecekti. Yoksa Nehzetler onları mı kopya edeceklerdi. Kaldı ki, mücadeleyi dişe diş yürütenler ve akışı değiştirenler elleriyle yemek yiyip, kabaca konuşup, daha sade yaşayanlardı. Kabil sokaklarında dolaşırken bunlara bakıyordum. Devlet yürüyordu ve yürümeliydi. Fakat yönetim hakimiyeti hala silahların gölgesindeydi. Zaman zaman tanklar geçiyordu, ellerinde tektük silahlı olanlar vardı. Ve pek çok genç Mesut gibi giyinmiş, pakulunu onun gibi yatırmıştı. Mesut yarın Rabbani’den sonra cumhurbaşkanı veya başbakan da olabilirdi. Beraber 14 yıl savaştığı mücahidlerle arasına devlet örfü, adeti, seromonisi, giyimi, kuşamı ve protokolü girecekti. Peşaver’de saatlerce oturduğum, beraber yattığım Lefraiyle ancak 10 dakika konuşabiliyordum. Bu fırsatı onunla aynı kaptan yemek yiyen çok kişi bulamıyor.
...
25 Mayıs. Sabah kahvaltısını yaptık. Kabil’de dün öğlenden sonra da hava kararmış. Önce yağmur, sonra dolu ve ardından dolunun taneleri de yağışı da artmıştı. İsa, ‘Hava iyi değil. Belki uçak kalkmaz sen otur! Bu adamları götüreyim. Sonra seni gelir alırım.’ dedi.
Dün yola çıkan Taciklerden BBC’nin temsilcisi olan Timur geri dönmüştü. Onun olması benim için de iyiydi. İki birden iyidir. Devlet Muhammed, ‘Eğer gitmek istiyorsan araba hazır sen de bin git!’ dedi. İsa’ya haber vermeleri için otele not bırakıp hazır jipe bindik. Diğer Tacikler önümüzden mersedesle gidiyorlardı.
Dışişleri bakanlığının alt sokağında sıkı korunan büyük bir bahçenin içindeki bir malikaneydi burası. Tacikistan hareketinin reisi Seyyid Abdullah Nuri’yi burada misafir ediyorlardı. Bir zamanlar kendisi de böyle ailesinden uzakta, organize bir mücadelenin içinde olan, fakat kendi göbeğini kendi kesip, kendi binasını kendisi tutan, korumasını kendi adamlarının yaptığı Üstad Rabbani, kendisi gibi mücadele veren bir reise ve ekibine sahip çıkıyordu. Reis burada, diğer üyeleriyse Kabil’in intercontinental otelinde misafirlerdi. Yattıkları yer ve vakit yemekleri de mükemmeldi. Bu, genç Afgan devletinin geçmişini unutmadığının bir göstergesiydi.
Bir hafta önce de Tacikistan hükümeti ve bütün muhalefet partilerinin arasındaki görüşmeye ev sahipliği yapmıştı.
Fakat Herat’taki Tacikler tam bir mahrumiyette yaşıyorlardı. Onlarla üç defa yemeğe oturdum, her defasında çay ve yanında ekmek vardı. Peşaver’de Himmetzade’nin yemeğini yemiştim, etli pilav, tavuk vardı. Yardımların ulaştığı yerlerin durumu iyiydi. Peşaver’dekilerin temsilcilik binası da büyük ve temiz bir binaydı. Halbuki Herat’takiler 30 bin Afgani olan kirayı veremedikleri için binalarını kapatmak zorunda kalmışlardı.
Jipten inip iki Tacik gencin değişerek sürdüğü taksiye bindik. Benim Türk olduğumu öğrenince şoför olan diğeriyle yer değiştirdi ve ‘Ben de Türküm’ diyerek konuşmaya başladı. Uçak Kabil havaalanından değil de Bagram’dan kalkacağı için şehri hızla geride bırakıyorduk. Hava iyice kararmıştı. Bozkırda sürü sahibi göçer çadırları vardı. Önce yağmura sonra doluya yakalandık. Timur’un suratı bir karış. ‘Canını sıkma Timur!’ diyorum. Uçak kalkmazsa geri döneriz dememe rağmen bu kadar yolu git gel yap. Harcanan mazota acıyorum. Çünkü bu genç ve fakir devletin özellikle petrole ihtiyacı var. Pakistan’dan bidonlarla kaçak mazot geliyor. Afganistan’da benzin pompaları yoktur. Mazotlar 25-30 kiloluk bidonlarda satılıyor. Özellikle şehir içlerinde her yerde bu seyyar istasyonlardan var. Araba yanaşıyor. Depo kapağı açıldıktan sonra, depo ağzına büyük bir huni konuyor ve mazot huniyle akıtılıyor.
Saat 15’de Bagram’a ulaştık. Burası Rusların askeri havaalanı olarak kullandıkları meşhur yer. Bizi bırakan taksi geri döndü. Fakat uçağın kalkacağı yer 2 km uzakmış ve araba yokmuş. Timur da kağıt vardı. Askeri uçakla bedava gideceklerdi. Yetkili subaylar iki kişi olarak parafe ettiler. Fakat uçağa nasıl ulaşılacaktı. Belki de binemeyecektik. Timur’a, ‘Ariana (Afgan Hava Yolları) ile gidelim. Bilet parasını veririm.’ dedim.
Bir taksi çağırdık. Bizi Ariana’ya kadar götürdü. Biletsiz olduğumuz için biraz uğraşarak bindik. Tahminen 35 Dolar’dı, 100 Dolar’ın üstünü Afgani olarak geri aldık. Uçağın epeyce yolcusu vardı. Havalanmak için pist üzerinde hareketine başladığı zaman, Ruslardan kalma helikopter ve savaş uçakları göze çarpıyordu. Savaş uçakları üç tarafı toprakla çevrili şekilde kamufle edilmişti. Nihayet havalandık, Kabil’i çeviren bulutları delip güneşe çıktık. Hazara bozkırlarının üzerinden uçuyorduk. Vadilerin içinde kalemle çekilmişcesine ince yeşillikler farkediliyordu. Göz alabildiğine bozkır. Nihayet alttan geçen nehir boyunca yeşil bir kuşak uzanıp gitmeye başladı. Yerleşim birimleri de artmaya başlamıştı. Uçak da yüksekliğini düşürüyordu. Herat’a yaklaşıyorduk. Ve havaalanına indik. Hava güneşli ve sıcaktı. Bir taksiyle havaalanının dışına çıktık. Dışarısı kalabalıktı. Bazıları yaklaşıp Kabil’deki hava sıcaklığını soruyordu.
Yine kasalı bir toyotaya bindik. Çift sıra çam ağaçlarıyla süslü asfaltı bozulmuş yoldan Herat’a doğru gidiyoruz. İran’a yakın olduğu için şehrin ev stili de İran gibiydi. Kadınlar da İranlılar gibi çarşaflıydı. Burada, Hazara’da olduğu için kadınların şii olup olmadıklarını sordum, şia değillermiş, buranın giyim şekli de böyleymiş.
Timur’la beraber Herat’taki Tacik temsilcisinin evine gittik. Evin misafir odasında beş de genç vardı. Hazır çayın yanına ekmek getirdiler. Şekersiz çayın yanında kuru ekmeği yedik. Afgan mücahidlerinin Cihad yıllarının başlangıcı gibiydi. Yemekten sonra uzun bir sohbet faslına geçtik, sonra bizi çevre ziyaretine çıkardılar.
Saat 8’de Herat’tan pikap Toyotayla sınır kapısı İslamkaleye hareket ettik. Saat 11’de sınıra ulaştık. Saat 11.45’te İran gümrüğünde işimiz bitti. Bir kamyonetle Taybad’a geldim. Meşhed’e giden bir otobüse bindim.
Tahran’ın Güney Otobüs terminaline gideceğim.
Aradan otuz sene geçmişti; onu unutmamıştım. Kaybolup gitmişti.
Gürcistan: 69 bin 700 km kare yüzölçümüne ve 5 milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin,...
Evet, İran devrimiyle hızlanan bir süreç var.
Sonradan kendisi de bir alçağın en az on kurşununa hedef olan Hayati ÜSTÜN, İstanbul'dan telefon ediyor.
İhtiyar delikanlı: Yaşlanan bedenine karşın, yaşlanmayan gözlerinden yiğitlik kıvılcımları saçan Ferman ağabey
Hep zaafiyet içinde yüzmeyi nasip ediyor.
Gecikiyor dostların kalbine.....
Akşam namazından sonra beş araçla programın yapılacağı Kumanova'nın banliyösündeki Likova'ya doğru yola çıktık.
Makedon hükümeti, batıdaki dağın ucuna 70 metre yüksekliğinde bir haç dikmiş.
Makedonyalı Müslümanlar 2005 yılını bitirirken Osmanlı ulemasının son temsilcisi İdris İdrisi Hoca Efendiyi kaybetti.
Reyyan'la beraber otobüsle Recklinghausen'e gittik. Oradan 11'de ICE'ye bindik.
Akşam Ahmet gelip aldı. Sonra eşi, oğlu Musab ve kızı Halenur'u da alıp Bochum'a gittik.
Akşam Ahmet gelip aldı, ailece ona başsağlığına gittik. Yan komşu Karslı inşaatçı da geldi. Sivas iki yıllık mezunuymuş.
Saat 12'de Musab geldi. Emine hanım Bilefeld'e gidecekmiş. 'Almaya gelmesinler, seni giderken biz bırakalım.' dedim.
Faik'in börekçi dükkanı varmış, oraya gidiyoruz. Hüsameddin'e telefon ettik. Bir saat önce eve gelmiş.
Priştina, 200 bin nufuslu bir şehir. Onüç cami var. İmam-Hatib okulu, İlahiyat Fakültesi dört senedir eğitim hizmeti veriyor.
Gayrimüslimlerin anlattığına karşılık üzerine gitmeliyiz. Teknolojinin ve iletişimin hızlandığı bu zamanda bu fırsatları iyi değerlendirip
İçerdeki bilgisayarlar okulun, orada yer olmadığı için burada duruyor.
Cahiliye dönemi ittifakları, zalim de olsa, mazlum da olsa, saldırgan da olsa, saldırıya uğrayan da olsa
Taklit, 'öteki'ni kalıp yargılarla anlamanın bir biçimidir. Taklit, sömürgeci iktidarın ve bilginin anlaşılması en zor
Bizler bugün bu salonda bir kader buluşmasında biraradayız.
İsrail'in ve dünya siyonizminin desteği ortadayken İslam dünyasının ilgisi sadece toplantılar, tel'inler bazında kalmamalı.
Siyonistlerin göz yumulan bir biçimde bazan Lübnan'a, bazan Gazze'ye saldırısının şaşırtmaca bir amacı vardır...
Berlin'e doğru hızla giden taksinin camına başımı dayamış, engin yeşillikleri seyrederken kendime sorduğum bir soru
Heredot'tan Pliny'e, Aziz Augustine'den Kolomb'a, açıkçası bütün Avrupa'dan bugünkü ABD'ye kadar...
Bugün burada kitaplardan derlenen bilgiler aktarılmayacak.
Bir dizgici anısı dinlemiştim. Daha çok okumak için bir yayınevine giriyor, okuyor, okuyor.
Arazideki ekiplerin hepsini topladık. Gori köyünden dağlara doğru giden yol üzerine, dükkanların alt tarafına üç çadır kuruldu.
Hareket: Bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim. Vücutu oynatma, kıpırdatma veya kımıldatma.
Dünyada başka yerlere yerleştirilen milyonlarca mülteci varken Filistinlilerin bunu anlamayıp...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Theodor Herzl, Sultan Abdulhamid Han'ın huzurundadır.
Otelin lobisi aynı zamanda lokanta ve çayhaneydi. Pakistanlı önce tek kişilik odasını tuttu.
Yemek yer misin, Muhammed? - Hayır, ağabey. Zahedan'a ne zaman varırız?....
Tahran'ın Güney Otobüs Terminaline gideceğim. Meydan-ı İmam Humeyni'yi batı yönünden Tophane tarafına koşar adım geçtim.
İran devrim kitabını iyi okursak, iki şey dağ gibi dikilir karşımıza:
Yirminci yüzyıl itibariyle petrol ve doğalgaz zengini bir ülke...
Peygamberler hata yapınca uyarılmışlardı. İnsanlar ise emredildikleri ve nehyedildiklerini bilirlerse...
Kararını vermişti, gidecekti. Önce İsmail'in evine gidip taziye ziyareti yapacaktı. Yapabilecek miydi?
Afganistan halkının İslam'a bağlılığı ve İslami endişeleri tartışma kabul etmez bir gerçek.
İslam yaşadığımız zamanda dünyanın en faal gücüdür. Yirminci yy.ın zarları Müslümanlar üzerine atıldı.
Biz bu akşam burada hayatlarını, insanlık tarihi boyunca bir kere yaşanan insan hayatını Allah...
İHH, Afganistan'da yıllardır faaliyetini sürdürüyor. Bu seneki Kurbanda bir ekip daha ilave edildi
1552, Rus Çarı zalim İvan'ın Kazan Hanlığını yakıp yıktığı tarihtir. Bu günün anısına da Kızıl Meydan'daki St. ...
Bir kenara oturup ekmek yanına birer meyve suyu içtik. Sonra 83 numara geldi.
Yol eski toz ve topraklı yol değil. Yeni yapılmış ve çok güzel asfaltlanmış...
Ha bugün ha yarın derken yine tası tarağı topladım. Dadaş Seyahat niçin bir kalır.
Dr. Rabbaniyle vedalaştık. ‘Yarın akşam buraya gel seni gönderelim. Kabil’in son durumunu mutlaka görmelisin...
24 Mayıs 1995, saat 15:10’da Afganistan Cumhurbaşkanı Prof. Burhaneddin Rabbani ile görüşmeye alındım
Celalabad’a döndük. Emanullah geldi. Marufların Peşaver’de olduğunu ve görüştüğünü söyledi.
Kabil’i seyrediyorum. İşte merkezi şehir önümde uzanıyor. Bütün güzelliğiyle demeli miyim bilmiyorum.
1991 yılında Sovyetler dağılınca bütün bağlı cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?
Cümbüş’te üç kuvvet vardı: 1- Cihadiler; dışarıyla alakası yok. 2- Pehlivanlar; (milisler) eski Necib’in...
Pazar; Erzurum garajı eski yerine yeniden yapılmış. Selami’yi tekrar aradım. Necmeddin’le geldiler.
Gece saat 03:30’da uyandım. Ezan okunuyordu. Namazı kıldım, uyuyamıyorum.
İstanbul’dan karayoluyla yola çıktığınızda, dört bin üç yüz km. sonra çöllerle kaplı Belucistan’a ulaşırsınız...
İran’ın güneydoğusuna, Afganistan’ın güneybatısına ve Pakistan’ın batısına düşen, 2,5 milyonu İran’da...
Gönlümde bir kıymet dairem var. Bunu açıklamalı mıydım? Evet bunu açıklamalıyım ki, anlatacağım anlamlansın diyorum...
Bırak git meydanları,Vur beni!
Saat 12’de İHH’dan minibüsle havaalanına çıktık. Üsküp’e Yakup Hoca’nın vefatı için taziyeye gideceğiz.
Kampa döndüğümüzde saat iki olmuştu. Halit, ‘Mecir bekliyor, taziyeye geç kalıyormuşuz’.
Taksiciler yapıştı. Hayır dedim. Biri inat etti. Araba gelecek desem de aldırmıyordu.
İkindide camiye gittik. Çıkışta Muallimin müdürlüğünü yaptığı okulu gezdim. Beşyüz öğrencileri varmış.
Hastahanedeki hasta ve yakınlarının hemen tamamı Afganlıydı. İsmail, Hanif’i aramıştı.
Vakit geç oluyordu. Taş pazarına gidecektik. Recep ve Halit acil alışveriş yapıp geri dönecekti...
Geriye 300 battaniye vereceğimiz kalmıştı. Depoya gelen battaniyelerden 180’ini yükleyip götürdük...
Çadırların dikiş yerlerinden su damlamaya başladı. Battaniyenin baş tarafı sırıl sıklam olmuştu...
Sabah namazında hava daha soğuktu. Namazı kılıp yataktaki sıcaklığımızın içine yeniden gömüldük...
Pakistan elektrik kurumu elemanları geldi. Huzeyfe’nin yerleştirdiği ana panodan kampa yeni hat çekmeye başladılar...
Akşam saat 19, İstanbul-Karaçi uçağı için havaalanındayız...
Afganistan’ın işgal gücü, seçimlerde hile olduğunu ısbatladı ve seçimler ikinci tura kaldı. Bu seçimlerde de hile var diye yazmadım.
Hayır, ABD Afganistan’da bir kurnazlık oyunu sergiliyor. Evet, çatışmalar var, kayıplar var...
Alman ve İsrail kabinesi ikinci ortak toplantısını Berlin'de yaptı. Birincisini Kudüs'te yapmıştı...
So wie ich daran glaube, dass der Angriff auf die Twintowers am 11. September 2001...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inandığım gibi...
2006 'nın Kasım ayında Kabil'deydim...
ABD-Ingiliz Orta Şark Kumpanyası bütün dünyayı parmağına taktı oynatıyor...
Çanakkale savaşı, sonradan ortaya çıkan sonucuyla Osmanlı devletinin bittiği savaştır.
İktidardasın Tom Amca. ABD başkanlığın kutlu olsun.
Bir garip ölmüş diyeler. Üç günden sonra duyalar...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Thedor HERZL, Sultan Abdülhamid'in huzurundadır.
1979'un 27 Aralık gecesi SSCB'nin kızıl ordusu, Afganistan'a girmişti. Görkemli, techizatlı, dünyayı korkudan titreten kızılordu ...
Doğudan, batıdan, kuzeyden güneyden her renkten , her dilden , her ırktan Müminlerin aşkla, vecdle...
Bütün kürreyi arzda yaşayan Müslümanları bugün heyecan dalgası sarmış durumda.
GÜRCİSTAN: 69.700 km. kare yüzölçüme, beş milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin...
Yılmaz ÖZTUNA: “Türkiye Gazetesi” nasıl bir gazete? sorusunun cevabını vermek çok zordur...
Ankara kökenli bir kitap “Şu Çılgın Türkler”.
Yedi güzel adamın dalından bir yaprak daha düştü toprağa
Bu yazıyı tasarlarken Pakistan’ın başında dolaşan sosyal ve siyasal desiseleri düşününce PAK-İSTAN hayalini kuran...
19 Temmuzda 23 Güney Koreli Güney Afganistan'da, Taliban tarafından tutuklanmıştı.
Time dergisi başörtülü İHH gönüllüsü Mine KARAKAŞ'ın resmini kapağına basarak "Türkiye'nin ikilemi" başlığıyla vermiş.
Kabil’e kar inmemiş fakat soğuk inmiş, yağan yağmurdan her taraf çamur içinde.
16 Aralık 2006’da MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) kuruluşunun yeniden ilan edildiğini gazetelerden okuduk. CHP’li Yüksel Çengel, 46. dönem MTTB Genel Başkanı. Milliyetçi Rasim Cinisli 47. dönem MTTB Genel Başkanı. İsmail Kahraman 48. dönem genel...
Bugün Terörizmin tarifi ABD’nin keyfine ve uzmanlık alanına bırakıldı.
Yeni gün için programimizi yapmistik...
Sabah namazini kildik, yeni gün için bize gösterilen çadirda istirahate çekildik...
AZAD Keşmir, Jammu ve Makbuza Keşmir denilen 222,236 km2 lik yüzölçüme sahip...
ABD günden güne kaybeden bir ülke. ABD´ye duyulan nefretin ölcüsü yoktur.
21 Aralk perşembe sabahı haberlerinde; hazar denizinin doğu yakasına düşen bir batı Orta Asya devleti olan Türkmenistan Devlet baskani ya da Türkmenistan Diktatörü S.Murat Türkmenbaşının öldüğü haberini duydum
Bir önceki gece paralı askerlerle çatışmadan dönmüştük. Kaybettiğimiz grubu bulabilmek için yorgunluğun üstüne ...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inan...
Müslümanlarin kendi hayatlarini iyilestirici her türlü isteklerinde elde ettikleri her türlü basarinin karsisina ezici ve yikici bir biçimde dikildigini görüyoruz.
Az tirajlı bir gazetede küçük bir iç sayfa haberine göre Afganistan’ın güneyinde...