Bir kenara oturup ekmek yanına birer meyve suyu içtik. Sonra 83 numara geldi. 'Gelin! İleri gidiyoruz'. Gittik. 'Burada bekleyin! Tren gelince ben yine geleceğim'. Tren geldi, 83 numara geldi. İçeri girdik, yerimizi gösterdi. Ve saat 11:15'te tren hareket etti.
Bir ara içimi korkunç bir sıkıntı bastı. Bu kadar zahmet ve bu yolculuğun bir izahını istiyorum. İstanbul'a gidip uzun kaldığım zamanlar eşimin 'Bu kadar ayrılık neyin bedeli? Artık çocuklar büyüdü, birbirleriyle dövüşüyorlar, baş gelinmiyorlar.' serzenişi ve ben de bu kadar yorucu bir yolculuğun sıkıntısına düştüm. Gönlümün genişlemesi için okumaya başladım.
Afganistan üzerine yazdıklarımı okuyan, anlattıklarımı dinleyen oldu savına tutundum. Gerçekten bir şey miydi bu? Evet bu konuda yazdıklarımın sorumluluk ve bilincindeydim. Ve olaylardan içim kan ağlıyordu. Fakat ben Afganistan'a sevdalıydım, ilgiliydim. Dostlarım vardı. Yaşayan ve şehid olan. Kah cephede, kah hastahanede omuz omuza, duygu duyguyaydım onlarla. Barış içinde olsaydı, iç savaş bitseydi ve dostlarımın çayını içmeye gelseydim. Şu anda gidişimde yoğunlukla bu vardı. Fakat gidiş dönüş 15-20 bin km bunun için yapılır mıydı? Bir de Cevat ve Mahmut burada olsaydı. Gidişim bu kadar niçinli olmaz, daha bir sevinçli olurdu. Gerçi ziyaret edeceğim öğrenciler de beni görünce sevinirdi. Ama yine de sıkıntılıydım.
Yolculuk insanları yoruyor. Yola çıkarken dinç ve bakımlı olan insanlar, gözlerimin önünde değişmeye başlıyorlar. Ve bu halin genci yaşlısı yoktur. Kimileri eriyor; kimilerinin yüzlerinde çizgiler oluşuyor, gözlerinin rengi değişiyor. Yorgunluk yüzlerine gelip oturuyor. Kendi kendimi göremiyorum. Onun için de bu haller bende olmuyor diyeceğim. Zaten sen horluyorsun denilen insanın 'Hayır! Ben horlamıyorum.' dediğini duymuşuzdur. Çünkü insan kendi horladığını duymaz. Onun gibi ben de aynı değişimleri geçirmediğimi zannediyor veya bu uzun yolculukların bir yerinde alışıyor ve antremanlı bir sporcu gibi formu yakalıyorum. Açıkçası ben horlamıyorum (mu)?
Ebu Talib hiç tren yolculuğu yapmamış. Trenin ikide bir duruşuna, uzun uzun duruşuna bir mana veremiyor. Tren yolculukları bizde de böyledi. 'Sahi mi?' diyor hayretle. Zaten otobüsler çoğalalı, gurbet türküleri de unutuldu. Fakat tren yolculukları değişmemiş.
Çıkan yiyecekler birbirlerine ikram ediliyor. Buradaki en önemli ikram su. Ben yine insanların ortasında bir şey yiyemiyorum. Herkesin içtiği bir zamanda da artık ısınmış olan kendi suyumdan içiyorum. İnsan kendi kendinin diktatörü diyorlar ya. Boğazım için soğuk yemiyor ve içmiyorum. Bir de fazla yemek yemiyorum.
Üst kısma çıkılıp yatılabiliyor. Biraz Farsça bilen genç saatlerce yattı. Satıcıların ve dilencilerin hançerelerini yırtarca bağırtısında ve sıcakta nasıl bu kadar rahat uyuyabildi. Akşamdan sonra ben de çıkıp uzandım. Hiç tahmin etmiyordum. Fakat uyumuşum. Aşağı indiğimde köşede oturan ihtiyar adamla eşi inmişlerdi. Yol arkadaşlarımızdan ikisi yukarı çıkmış, ikisi de altta uzanmıştı. Biz gelince toparlandılar. Küçük su kabının üstüne çantamı koyup uzandım. Multan'ı uyuyarak geçmişim. Halbuki görmek ve resimlemek istiyordum. Tren kalabalıklaşmaya başladı. Çocuklu, çocuksuz kadınlar da binip yer arıyor. Yer boşalmasına rağmen, öncekiler koltuklar üzerine uzanıyor ve yeri var diyorlar. Tren yolcularının değişmez özelliklerinden biri de bu. Yer bulmak derdi ve öncekilerin genişleyen yerlerini başkasıyla bölüşmemek hastalığı. Ben biraz kenara yanaştım. Bir yaşlı kadınla belki torunu oturdular. Babaları da karşı sıraya oturdu. Ortalık iyice kalabalıklaştı. Bir çocuk kucağında kardeşini tutuyor. Çuval üstünde oturan kadınlardan biri çocuğu aldı. Uyuyan çocuk tutunarak refleksiyle ellerini uzattı, fakat bir annenin kucağına düştü. Anne onu bağrına bastı. Sonra başından, omuzlarından beline kadar inen örtüsünün ucundan üstüne örttü. Anne her zaman anne ve şefkatli.
Açık pencerelerden rüzgar zaman zaman fırtına gibi giriyordu. Ve kadın el çocuğu bile olsa, uyurken bağrına bastığı bir bebeği koruma altına almış, şefkatle sarmıştı. Bir süre sonra çocuk uyandı, kadın indi. Çocuk ağabeyinin kucağında ağlamaya başladı. Neydi? Karnı açtı veya susamıştı. Torbamdaki muzdan bir tane uzattım. Ağabeyle, peydo olan küçük abla muzu verdiler, o yine ağlıyor. Sonra bir bardak su geldi. Çocuk şapırdatarak ve dikerek içti.
Rayvınd'dayız. Tebliğ Cemaatinin Pakistan'daki merkezi. Camiyi görebilmek için epey gözledim.
Ve nihayet Lahor merkez istasyonundayız. Kasım 1982'de Mahmut, bu istasyondan beni Kuetta'ya, Türkiye tarafına yolcu etmişti. Farsça bilen genç de burada indi. İstasyondan dışarı çıktık. Tam karşımıza düşen yeşil kubbeli mescidin içinde duşluklar vardı. Mansura'ya gitmeden önce duş alarak temizlenmemiz çok iyi olacaktı. Parmağımı alnıma sürünce kap kara bir kir tabakası çıkıp geliyordu. Demek ki, bir günlük tren yolculuğu yüzümüzde yeni bir tabaka oluşturmuştu. Gencin oteli de buradaymış. Kuetta'daki adresini verdi.
Mescide girdik. Fakat duşlar tuvalete çevrilmiş. Abdest alırken sabunlandık. Öğle namazını kıldık. Belediye otobüsleri yoktu. Veya tatil olduğu için yoktu. Dokuz nolu minibüs Mansura'ya gidiyormuş. Sora sora bulduk ve bindik. Yol oldukça uzun geldi. Nihayet Mansura'dayım.
Kapıdan girdik. Misafirhaneye götürüldük. Sonra Gazi'nin özel misafirhanesine. Kari'nin oğlu Muhibbullah'ı bulmak istiyorum. Mevdudi Enstitüsü'nde okuyan Atıf'ı sordum. İkindi namazında Gazi'yi gördüm. Musafaha yaptık. Bizim çizgilerimizi taşıyan bir genç uzaktan bakıyordu. 'Türk müsün?' dedim. Yanına yaklaştım. Tacikmiş. Atıf'ı tanıyor. Ebu Talib'i bırakıp onlarla uzak denilen yere yürüyerek on dakikada gittik. Afyonlu ve İspartalı iki Türk daha vardı. Çin Türkistan'ından çocuklar vardı ve Türkçeleri çok güzeldi. 'Buradaki Türklerden mi öğrendiniz?' diyorum. 'Hayır, bizim dilimiz böyledir'. Anadolu Türkçesine çok yakındı. Ne Azerilerle ne de Türkmenlerle bu kadar rahat anlaşmak mümkün değildi.
Atıf, Muhibbullah'ı tanıyordu. 'O bize bilgisayar dersine geliyordu. Ben onu şimdi aratırım.' dedi. Abdurrahman adındaki Kunarlı genç geldi. Ve telefona gitti. Biz Mansura'ya döndük. Atıf mezun olmuş. Yarın akşam eşi de burada olan Bayramla Türkiye'ye döneceklermiş. Bu akşam Gazi veda yemeği verecekmiş.
Akşam namazını kıldık. 'Ben Muhibbullahım.' diyen bir genç geldi. Evet aradan tam 15 yıl geçti. 8 yaşındaki çocuk şimdi 23 yaşında bir genç olmuştu ve bilgisayar yüksek lisansı yapıyormuş. Annesi doktoraya devam etmesini istiyormuş. Yatsıdan sonra Atıf için davete gittik. Diğer okullarda okuyan 4 Türk daha geldi. Mühendislik okuyorlarmış. Atıf'a bir başarı şilti verildi. Sonra yemeğe geçtik. Gazi'nin yaptığı iyi bir şeydi. Belki de bu durumu mezun olan öğrencinin gayretkeşliği ve seçkinliği de ortaya koyuyor olabilirdi.
Yemekten sonra Gazi'nin sekreteriyle tanıştık. Yarın İslamabad'a gideceğimi söyledim. Gazi'yle konuşmadan gitmememi söyledi. Ertesi gün, yani 19 Mayıs günü Muhibbullah geldi. Beraberce yurda gittik. 'Öğle yemeğini beraber yiyeceğiz.' dedi. Fakat vakit çok erkendi. 'Pakistan minaresini ve Şahi Mescid'i gezelim.' dedim. Minibüse bindik. Dün tatil olduğu için ortalık sakindi. Fakat bugün rıkşelerin kara dumanından, arabaların kornalarına yüklenmesinden ortalık toz dumandı. Toz duman demişken, bu şehirde fırtına çıkarsa ne olur acaba? Sokaklar o kadar tozlu, kirli ve çöp dolu ki, gerçekten pisliklerde mikrop barınıyorsa, açıkta yenen şeyler insanı hasta ediyorsa. Pakistan bunun aksini söylüyor. Kapalı satılan bir yiyecek var mı acaba? Kirlilik diz boyu. Ebu Talib, 'Burada belediye yok galiba?' diyor. Evet, belediye var mı? Varsa ne yapıyor?
Meydanda indik. İlk işim birkaç slayt çekmek oldu. Minarenin yanına gitmeye gerek görmedim. Mescid tarafına yürürken, minarenin şerefelerinde dürbünle bakan insanları gördüm. Yukarıdan Lahor'u seyretmek ve slaytlamak kaçırılmaz bir fırsattı. Uzun yeşilliği geçip minareye geldik. Çıkış paralı, normal. Evet yukarıdan düz bir zeminde olan bütün Lahor görünüyordu. Önce Şahi Mescid'i iki karede çektim. Sonra bölüm bölüm şehri slaytladım. Biraz da seyredip indik. Cami tarafına geçtik. Babürlerin Lahor Sarayı'nı da çektim. Muhibbullah'a kamış suyu içelim diyorum. 'Bunlar kirli. Ben size başka şey içireyim.' diyor ve limon suyu içiyoruz. Tuz koyma demeyi de ihmal etmiyoruz. Burada bütün içeceklere tuz katıyorlar. Karpuza tuz ekerek yendiğini gören Ebu Talib hayret ediyor ve gülüyor. Bunun terle kaybedilen tuz açığını kapatmak için olduğunu söylüyorum.
İkbal'in kabrini ziyaret edip Mescide girdik. Ziyaül Hak'ın altın suyuna batırılmış ipeklerle yazdırdığı Kur'an'ı, kesim sayfalarını gördük. Caminin etrafını çeviren revak altı yoldan yürüdük. Çoluk çocuk yatanlar vardı. Cami kısmını geçerken yürüdüğümüz açık zemin sıcaktan pişmiş, ayaklarımızın altı yanarak geçtik. Muhibbullah'a Pakistan'da iyi roman olup olmadığını sordum. Var dedi. Ordu Pazar'a gidip üç tarihi roman aldık. Ve tekrar üniversiteye döndük.
Üç Afyonlu genç gelmişti. Abdurrahman ve iki Lağmalı. Onlara şeytanın Lağmalılardan korktuğu rivayetini söyledim, güldüler. Öğle yemeği hazırlıyorlardı. Bu Afyonlular hep böyle misafirperver. Akşam da onlarla olacaktık. Hepsi Mevdudi Enstitüsü'nde okuyorlarmış. Akşam odada on tane Afganlı, Doğu Türkistanlı vardı. Afyonluların hepsi kampta büyümüş gençlerdi. Kamp çocukları, muhacir çocukları
Tahran’ın Güney Otobüs terminaline gideceğim.
Aradan otuz sene geçmişti; onu unutmamıştım. Kaybolup gitmişti.
Gürcistan: 69 bin 700 km kare yüzölçümüne ve 5 milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin,...
Evet, İran devrimiyle hızlanan bir süreç var.
Sonradan kendisi de bir alçağın en az on kurşununa hedef olan Hayati ÜSTÜN, İstanbul'dan telefon ediyor.
İhtiyar delikanlı: Yaşlanan bedenine karşın, yaşlanmayan gözlerinden yiğitlik kıvılcımları saçan Ferman ağabey
Hep zaafiyet içinde yüzmeyi nasip ediyor.
Gecikiyor dostların kalbine.....
Akşam namazından sonra beş araçla programın yapılacağı Kumanova'nın banliyösündeki Likova'ya doğru yola çıktık.
Makedon hükümeti, batıdaki dağın ucuna 70 metre yüksekliğinde bir haç dikmiş.
Makedonyalı Müslümanlar 2005 yılını bitirirken Osmanlı ulemasının son temsilcisi İdris İdrisi Hoca Efendiyi kaybetti.
Reyyan'la beraber otobüsle Recklinghausen'e gittik. Oradan 11'de ICE'ye bindik.
Akşam Ahmet gelip aldı. Sonra eşi, oğlu Musab ve kızı Halenur'u da alıp Bochum'a gittik.
Akşam Ahmet gelip aldı, ailece ona başsağlığına gittik. Yan komşu Karslı inşaatçı da geldi. Sivas iki yıllık mezunuymuş.
Saat 12'de Musab geldi. Emine hanım Bilefeld'e gidecekmiş. 'Almaya gelmesinler, seni giderken biz bırakalım.' dedim.
Faik'in börekçi dükkanı varmış, oraya gidiyoruz. Hüsameddin'e telefon ettik. Bir saat önce eve gelmiş.
Priştina, 200 bin nufuslu bir şehir. Onüç cami var. İmam-Hatib okulu, İlahiyat Fakültesi dört senedir eğitim hizmeti veriyor.
Gayrimüslimlerin anlattığına karşılık üzerine gitmeliyiz. Teknolojinin ve iletişimin hızlandığı bu zamanda bu fırsatları iyi değerlendirip
İçerdeki bilgisayarlar okulun, orada yer olmadığı için burada duruyor.
Cahiliye dönemi ittifakları, zalim de olsa, mazlum da olsa, saldırgan da olsa, saldırıya uğrayan da olsa
Taklit, 'öteki'ni kalıp yargılarla anlamanın bir biçimidir. Taklit, sömürgeci iktidarın ve bilginin anlaşılması en zor
Bizler bugün bu salonda bir kader buluşmasında biraradayız.
İsrail'in ve dünya siyonizminin desteği ortadayken İslam dünyasının ilgisi sadece toplantılar, tel'inler bazında kalmamalı.
Siyonistlerin göz yumulan bir biçimde bazan Lübnan'a, bazan Gazze'ye saldırısının şaşırtmaca bir amacı vardır...
Berlin'e doğru hızla giden taksinin camına başımı dayamış, engin yeşillikleri seyrederken kendime sorduğum bir soru
Heredot'tan Pliny'e, Aziz Augustine'den Kolomb'a, açıkçası bütün Avrupa'dan bugünkü ABD'ye kadar...
Bugün burada kitaplardan derlenen bilgiler aktarılmayacak.
Bir dizgici anısı dinlemiştim. Daha çok okumak için bir yayınevine giriyor, okuyor, okuyor.
Arazideki ekiplerin hepsini topladık. Gori köyünden dağlara doğru giden yol üzerine, dükkanların alt tarafına üç çadır kuruldu.
Hareket: Bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim. Vücutu oynatma, kıpırdatma veya kımıldatma.
Dünyada başka yerlere yerleştirilen milyonlarca mülteci varken Filistinlilerin bunu anlamayıp...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Theodor Herzl, Sultan Abdulhamid Han'ın huzurundadır.
Otelin lobisi aynı zamanda lokanta ve çayhaneydi. Pakistanlı önce tek kişilik odasını tuttu.
Yemek yer misin, Muhammed? - Hayır, ağabey. Zahedan'a ne zaman varırız?....
Tahran'ın Güney Otobüs Terminaline gideceğim. Meydan-ı İmam Humeyni'yi batı yönünden Tophane tarafına koşar adım geçtim.
İran devrim kitabını iyi okursak, iki şey dağ gibi dikilir karşımıza:
Yirminci yüzyıl itibariyle petrol ve doğalgaz zengini bir ülke...
Peygamberler hata yapınca uyarılmışlardı. İnsanlar ise emredildikleri ve nehyedildiklerini bilirlerse...
Kararını vermişti, gidecekti. Önce İsmail'in evine gidip taziye ziyareti yapacaktı. Yapabilecek miydi?
Afganistan halkının İslam'a bağlılığı ve İslami endişeleri tartışma kabul etmez bir gerçek.
İslam yaşadığımız zamanda dünyanın en faal gücüdür. Yirminci yy.ın zarları Müslümanlar üzerine atıldı.
Biz bu akşam burada hayatlarını, insanlık tarihi boyunca bir kere yaşanan insan hayatını Allah...
İHH, Afganistan'da yıllardır faaliyetini sürdürüyor. Bu seneki Kurbanda bir ekip daha ilave edildi
1552, Rus Çarı zalim İvan'ın Kazan Hanlığını yakıp yıktığı tarihtir. Bu günün anısına da Kızıl Meydan'daki St. ...
Bir kenara oturup ekmek yanına birer meyve suyu içtik. Sonra 83 numara geldi.
Yol eski toz ve topraklı yol değil. Yeni yapılmış ve çok güzel asfaltlanmış...
Ha bugün ha yarın derken yine tası tarağı topladım. Dadaş Seyahat niçin bir kalır.
Dr. Rabbaniyle vedalaştık. ‘Yarın akşam buraya gel seni gönderelim. Kabil’in son durumunu mutlaka görmelisin...
24 Mayıs 1995, saat 15:10’da Afganistan Cumhurbaşkanı Prof. Burhaneddin Rabbani ile görüşmeye alındım
Celalabad’a döndük. Emanullah geldi. Marufların Peşaver’de olduğunu ve görüştüğünü söyledi.
Kabil’i seyrediyorum. İşte merkezi şehir önümde uzanıyor. Bütün güzelliğiyle demeli miyim bilmiyorum.
1991 yılında Sovyetler dağılınca bütün bağlı cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?
Cümbüş’te üç kuvvet vardı: 1- Cihadiler; dışarıyla alakası yok. 2- Pehlivanlar; (milisler) eski Necib’in...
Pazar; Erzurum garajı eski yerine yeniden yapılmış. Selami’yi tekrar aradım. Necmeddin’le geldiler.
Gece saat 03:30’da uyandım. Ezan okunuyordu. Namazı kıldım, uyuyamıyorum.
İstanbul’dan karayoluyla yola çıktığınızda, dört bin üç yüz km. sonra çöllerle kaplı Belucistan’a ulaşırsınız...
İran’ın güneydoğusuna, Afganistan’ın güneybatısına ve Pakistan’ın batısına düşen, 2,5 milyonu İran’da...
Gönlümde bir kıymet dairem var. Bunu açıklamalı mıydım? Evet bunu açıklamalıyım ki, anlatacağım anlamlansın diyorum...
Bırak git meydanları,Vur beni!
Saat 12’de İHH’dan minibüsle havaalanına çıktık. Üsküp’e Yakup Hoca’nın vefatı için taziyeye gideceğiz.
Kampa döndüğümüzde saat iki olmuştu. Halit, ‘Mecir bekliyor, taziyeye geç kalıyormuşuz’.
Taksiciler yapıştı. Hayır dedim. Biri inat etti. Araba gelecek desem de aldırmıyordu.
İkindide camiye gittik. Çıkışta Muallimin müdürlüğünü yaptığı okulu gezdim. Beşyüz öğrencileri varmış.
Hastahanedeki hasta ve yakınlarının hemen tamamı Afganlıydı. İsmail, Hanif’i aramıştı.
Vakit geç oluyordu. Taş pazarına gidecektik. Recep ve Halit acil alışveriş yapıp geri dönecekti...
Geriye 300 battaniye vereceğimiz kalmıştı. Depoya gelen battaniyelerden 180’ini yükleyip götürdük...
Çadırların dikiş yerlerinden su damlamaya başladı. Battaniyenin baş tarafı sırıl sıklam olmuştu...
Sabah namazında hava daha soğuktu. Namazı kılıp yataktaki sıcaklığımızın içine yeniden gömüldük...
Pakistan elektrik kurumu elemanları geldi. Huzeyfe’nin yerleştirdiği ana panodan kampa yeni hat çekmeye başladılar...
Akşam saat 19, İstanbul-Karaçi uçağı için havaalanındayız...
Afganistan’ın işgal gücü, seçimlerde hile olduğunu ısbatladı ve seçimler ikinci tura kaldı. Bu seçimlerde de hile var diye yazmadım.
Hayır, ABD Afganistan’da bir kurnazlık oyunu sergiliyor. Evet, çatışmalar var, kayıplar var...
Alman ve İsrail kabinesi ikinci ortak toplantısını Berlin'de yaptı. Birincisini Kudüs'te yapmıştı...
So wie ich daran glaube, dass der Angriff auf die Twintowers am 11. September 2001...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inandığım gibi...
2006 'nın Kasım ayında Kabil'deydim...
ABD-Ingiliz Orta Şark Kumpanyası bütün dünyayı parmağına taktı oynatıyor...
Çanakkale savaşı, sonradan ortaya çıkan sonucuyla Osmanlı devletinin bittiği savaştır.
İktidardasın Tom Amca. ABD başkanlığın kutlu olsun.
Bir garip ölmüş diyeler. Üç günden sonra duyalar...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Thedor HERZL, Sultan Abdülhamid'in huzurundadır.
1979'un 27 Aralık gecesi SSCB'nin kızıl ordusu, Afganistan'a girmişti. Görkemli, techizatlı, dünyayı korkudan titreten kızılordu ...
Doğudan, batıdan, kuzeyden güneyden her renkten , her dilden , her ırktan Müminlerin aşkla, vecdle...
Bütün kürreyi arzda yaşayan Müslümanları bugün heyecan dalgası sarmış durumda.
GÜRCİSTAN: 69.700 km. kare yüzölçüme, beş milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin...
Yılmaz ÖZTUNA: “Türkiye Gazetesi” nasıl bir gazete? sorusunun cevabını vermek çok zordur...
Ankara kökenli bir kitap “Şu Çılgın Türkler”.
Yedi güzel adamın dalından bir yaprak daha düştü toprağa
Bu yazıyı tasarlarken Pakistan’ın başında dolaşan sosyal ve siyasal desiseleri düşününce PAK-İSTAN hayalini kuran...
19 Temmuzda 23 Güney Koreli Güney Afganistan'da, Taliban tarafından tutuklanmıştı.
Time dergisi başörtülü İHH gönüllüsü Mine KARAKAŞ'ın resmini kapağına basarak "Türkiye'nin ikilemi" başlığıyla vermiş.
Kabil’e kar inmemiş fakat soğuk inmiş, yağan yağmurdan her taraf çamur içinde.
16 Aralık 2006’da MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) kuruluşunun yeniden ilan edildiğini gazetelerden okuduk. CHP’li Yüksel Çengel, 46. dönem MTTB Genel Başkanı. Milliyetçi Rasim Cinisli 47. dönem MTTB Genel Başkanı. İsmail Kahraman 48. dönem genel...
Bugün Terörizmin tarifi ABD’nin keyfine ve uzmanlık alanına bırakıldı.
Yeni gün için programimizi yapmistik...
Sabah namazini kildik, yeni gün için bize gösterilen çadirda istirahate çekildik...
AZAD Keşmir, Jammu ve Makbuza Keşmir denilen 222,236 km2 lik yüzölçüme sahip...
ABD günden güne kaybeden bir ülke. ABD´ye duyulan nefretin ölcüsü yoktur.
21 Aralk perşembe sabahı haberlerinde; hazar denizinin doğu yakasına düşen bir batı Orta Asya devleti olan Türkmenistan Devlet baskani ya da Türkmenistan Diktatörü S.Murat Türkmenbaşının öldüğü haberini duydum
Bir önceki gece paralı askerlerle çatışmadan dönmüştük. Kaybettiğimiz grubu bulabilmek için yorgunluğun üstüne ...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inan...
Müslümanlarin kendi hayatlarini iyilestirici her türlü isteklerinde elde ettikleri her türlü basarinin karsisina ezici ve yikici bir biçimde dikildigini görüyoruz.
Az tirajlı bir gazetede küçük bir iç sayfa haberine göre Afganistan’ın güneyinde...