Ocak 2007
Kabil’e kar inmemiş fakat soğuk inmiş, yağan yağmurdan her taraf çamur içinde. İHH’nın Afganistan koordinasyonunda yardımcı olan, Dr. Hamit’ten Kabil’deki büro adresini aldım. Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan Konya İktisat mezunu Mukaddes’i aradım. Evini buldum. Gece üniversite öğrencisi Takharlılarla kaldım. Saat 10’a kadar elektrikler kesik. Gençlerle çay sohbeti yaptık. Mukaddes geldi. Eşi de tıpta öğrenciymiş. Eski Adalet Bakanı Abbas Kerimi ateş alımı şipşaklığıyla ziyaretime gelip, kurdukları yeni partinin toplantısı için ayrıldı. Geç vakte kadar oturduk. Sabah çayından sonra Celalabat garajına gitmek için bir taksi tuttum. Yol güvenliğinden dolayı gitmememi tavsiye edenler vardı. Pakistan sınırı olduğu için şehirde riskli diyenlere “Eğer bu sözlere aldırırsam, kendime güvenim kaybolur. Geri dönüşte hüzün yaşarım.” dedim. Taksiden çamur içine indim. Otobüsler, midibüsler, taksiler müşteri peşindeydi. Bir genç “Celalabat’a mı?” dedi. “Evet” dedim, taksici “Corolla’ya tek yolcu bekliyordum.” deyince “Tamam” dedim. Elimde sadece hediye paketlerim olduğu poşetle fotoğraf makinemin çantası vardı. Son yolcu olarak taksiye bindim. Daha önceki gelişimde Kabil’in bu tarafına geçmemiştim. 1992’de Gülbeddin Hikmetyar’ın tuttuğu ve Kabil’i ateş altına aldığı taraftı. 1996’da ise Taliban’ın sökün edip geldiği tarafta aynı yerin güney tarafıydı. Pakistan’a kadar uzanan Paktiya, Host bölgesinin başladığı dağlara kadar uzun bir düzlük vardı. Yol çalışmaları vardı, yeni okullar yapılmıştı, taksi bozuk yollara dalıp çıkarak yola çıktı. Dağlara dayandık. İşte o an değişen tabiat gibi gönlümün frekansı da değişti. Yirmi yıl öncesinin Cihat aşkı sevdası mücahitleri, cihat atmosferine kapıldım.
Cihat dağlarının vadisindeki asfalt yolda Toyota bir araçla gidiyordum. Hangi kaya arkasında hangi mücahidin gözleri vardı. Hangi tepede bir mücahit sıkışıp kalmış, vurulup sıcak kanları kayalardan aşağı akmıştı. Bu duygu atmosferinde sesimi duysalar hüzün ve sevinç karışımı, ağlamak istiyordum. Duygularım daha dün gibi onların duygularına, görgülerine karışmıştı. Bu asfaltı geçmek tepelerin birinden inip diğerine çıkmak için bütün günü geçirip gece karanlığına kadar heyecan yaşanıyordu. Sarp dağların arasında kayalar yontularak 1963’de açılmış yolları tünelleri hızla geçiyoruz. Tarihi özelliğinin değeri olmasa Hayber Geçidi bu geçtiğimiz tünellerin geçitliği yanında bir hiç kalırdı. Şehit Ahmet Şah Mesut’la, Gülbeddin Hikmetyar’ın 1995 sonunda anlaşma görüşmeleri için bir araya geldiği, Serobi Elektrik Santrali’nin önünden geçiyoruz. Mesut’un şahadetiyle Afganistan’ın yetim kaldığına ve cihat döneminin noktasının konduğuna inanıyorum. Hikmetyar’sa –Benim olsun hepsi- kavgasını hala Kunar Dağları’nda bir umut olarak sürdürüyor.
Serobi Kasabası’nda mola veriyoruz. Tezgâhlarda her biri bir kilo gelen narlar satılıyor ve büyük tavalarda balık pişiriliyor. Duran taksinin yolcuları balıkçılara oturuyor. Bense sağı solu dolaşıp, tezgâhların Serobi’nin resimlerini çekiyorum. Şoför beni de yemeğe çağırıyor. Fakat yolculukta yemek yememek benim prensibim. Nar suyu dahi içmiyorum.
Hareket ediyoruz. Nehirden oldukça yüksekteyiz. Özellikle karşı kıyıdaki yeşil alanlara dikkat kesiliyorum. Yeni bir düzlük sağımda dağlar, işte Çarbağ solda. Kabil nehrini şimdi ince ince seyrediyorum. Yirmibeş yıl önce indiğim yamaçlar, öğle yemeği yediğimiz köy, geçmeye çalışıp ta nehre mağlup olduğumuz yer. Çarbağlı Mücahidler ve şehitler bir daha görmediğim nice gençlik arkadaşımı dumanı tüten anılar olarak heyecanlı bir aceleyle çözmeye çalışıyorum. Çünkü şoför hızlı gidiyor. O günlerde buradaki köylerin hepsi boştu, yoldan gelip geçen yoktu. Şimdiyse evler, köyler, hayvan sürüleri, iş makineleri ve gelip giden araçlar hafızamdaki kareleri bozuyordu. Torgar’ın burnuna doğru ilerliyoruz. Arazi daraldı yol yeniden yontulan kayanın içine girdi, kısa tüneller başladı. Solda Derunte Barajı güründü ve balık lokantaları da dizi dizi solumuzu kapladı. Deruntedeki son tünelden çıkınca Afgan krallarının kışlık şehri, eski kervanların Orta Doğu’dan, Anadolu’dan, İran’dan gelipte zorlu Hayber geçidine dayanmadan önceki son nefelendikleri şehir, Celalabat karşımızda bütün güzelliğiyle göründü.
Solda Celalabat Üniversitesi vardı, yollar asfaltlanmış. Girişte köprü inşaatı var. Sağda Sorhrut başlıyor ve kalabalık bir trafik var. Taksi şehir merkezinde indirdi. Un pazarını ya da en büyük pazarı sordum ve yürümeye başladım. Elimde hiçbir adres yoktu. Mutlaka bir tanıdık bulurum. Birini bulunca da pek çoğunu bulurum. Önce kimi sorayım. Emanullah’ın un dükkanı vardı. Tabii on bir yıl önce geldiğim pazarın çok küçük olduğu zannım dolaştıkça hezimete dönüştü. Sonra Çapliyarlı bir esnaf buldum: “Burada iki Emarullah var. Biri ben, öbürü de tebliğci, olabilir mi?” dedi. “O zamanlar tebliğci değildi” dedim. Adama sorularım ümitsiz cevaba dönüşünce en son olarak Elektrik Kurumunu sordum. “Şu yan taraftan sola dön, köşeden sağ yap devam et.” dedi. Yürüdüm ve Kurumu buldum. Kapıda silahlı üç nöbetçi genç vardı. Eski Kurum müdürü Encinir Miraceddin’i aradığımı söyledim. “Şu anda kurum paydos etti” dediler. “Nereden tanıyorsun?”. “Ben Türkiye’den geldim kendisi eski arkadaşım ve bulmalıyım. Nöbetçi memurda telefonu olabilir mi?”. Gençlerden biriyle içeri gittik, evet üç nöbetçi memur vardı önce birbirlerine baktılar. “O burada oturmuyor” dediklerinde “Arkadaşlar telefonu varsa arayalım” dedim. Biraz gönülsüzce telefon numaralarını buldular. İki numaraya da ulaşılamıyordu sonra Ramazan adı geçti. “Evet tanıyorum. O nerede?” dedim. “Mesai bittiği için gitti yarın sabah gelir.” dediler. “Arkadaşlar vakit erken o zaman bir taksi tutup Kaklak’a gitmem lazım.” Dedim. Adamlar biraz daha gevşediler. “Yahu şurada bir yerde onun arkadaşı vardı, bir soralım”.
Kurumun karşısında bir iş hanına girdik. Han sahibi “Encinir Seyb buralardaydı fakat yukarıda oğlu var”, dedi. İş düzeliyordu. Üst kattan bir genç koşarak indi. Evet, babasından kareler aksediyordu, kendimi tanıtınca sarıldı. “Babam çok bahsediyordu sizden” dedi. Yukarı çıktık. Serili bir odaya girdik. Muhammed, İktisat’ta öğrenciymiş. Daha küçüğü İsmail de lisede okuyormuş. Babaları eski arkadaşlarıyla bir toplantıya gitmiş. Ulaştılar. O an takside unuttuğum hediyelerin bulunduğu torbayı hatırladım. Muhammed’le beraber bir umut indiğim yere gittik. Epeyce dolaştık fakat bulamadık. Eli boş kalmaktan dolayı üzüldüm.
Miraceddin geldi. Sonra Emanullah, evet tebliğci oymuş. Benim hatıralarımdaki genç Emanullah artık elli yaşında ihtiyarlama, gençliğini kaybetme moduna girmiş bir adamdı. Sonra İbrahim geldi, oturduk, anıları tazeledik. Akşam namazından sonra Star geldi. Onu görmeyeli 20 yılı geçmişti. O zaman sağ bacağı alçılar içinde hastanede yatıyordu. Topal kalmış, aksayarak geldi, sarıldı ve ağlamaya başladı. “Bir daha, görüşmek varmış” diye ağlıyordu. İşte Cihat dönemi arkadaşlığı buydu. Sonra hep beraber oturduk. “Peşaver’den sonra beni Lahor’da hastaneye gönderdiler. Duydum ki orada Türkler varmış, haber gönderdim, geldiler. Hangi hastaya kan lazım olsa çıkıp geliyorlardı. Çok iyilerdi”. Ben “Orada da rahat durmamışsın, isyan çıkarmışsın, koltuk değnekli, sandalyeli, mücahitler olarak hastaneyi ele geçirmişsin” dedim. “Evet, öyle bir isyanımız oldu. Benim evim üniversitenin yanında yol üstüne birde bakkal açtım. Artık gelip geçerken önce beni bulacaksın. Misafirim olacaksın”, dedi. Ertesi gün Deruntede balık yemek için geleceğimiz sözünü verdik. Misafirleri sabah buluşmak üzere yolcu ettik. Kaldığımız odayı bina sahibi Miraceddine, şehre gelince yer aramaması için tahsis etmiş. Okula giden iki oğlu da burada kalıyordu. Lise mezunu, üçüncü oğlu işsiz olunca kendine koruma yapmış.
Sabah namazı için camiye çıktık. Camiden dönerken dükkanlar açılmaya başlamıştı. Yol kenarlarındaki küçük tezgahlarda mal satan sebze ve meyveciler, tezgahlarının üzerini donatmaya başlamışlardı. Odaya çıktık. Çay hazırdı. İki ayrı tabakta yağda pişmiş ikişer yumurta vardı. İbrahim, Emarullah, Sultan Mahmut’ta geldi. Her gelen çaya ilave oldu. Yumurta sayımız aynıydı bir parça ekmek kopartan yumurtaya banıyordu. Yirmibeş yıl önceki sadelikten hiçbir şey kaybolmamıştı. Modernitenin en büyük kırk katırı lüks ve israf girdabı, Afganlıları henüz pençesine alamamıştı. Ben “Abdul Cabbar nerelerde,” dedim. “En son Hugyanı Kaymakamı olmuştu. Orada eski bir emniyet görevlisi bir okulu kundakladı. Cabbar, Emniyet Müdürü ve İlçe Milli Eğitim Müdürü makam arabasına binip, yanan okula bakmaya gidiyorlar, yola döşenmiş uzaktan kumandalı bir mayın patlatılınca Cabbar şehid oldu” dediler. “Emarullah, Allahu alem şehid ya değil”. “Peki Taliban mı yaptı.” “ Hayır husumet, fakat her olayda olduğu gibi o da Taliban’ın hanesine yazıldı.”
Abdul Cabbar, Cihat Dönemi’nin Sorhrut bölgesindeki önemli Cihat komutanlarından biriydi. 1995’de mücahit hükümeti zamanında Sorhut’un kaymakamıydı. 1997’de Taliban’ın elinde esir olarak Kandahar’daydı. Bu Ramazan’da ise bir husumet tuzağındaki Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu.
Öğlen yemeğinde Derunte’de buluşmak üzere İbrahim’le beraber dışarı çıktık. Celalabat FM Radyo bir medrese ve Kuşkek’teki şehit komutan Abdulhadi’nin kabrini ziyaret edecektik.
Sabahın bu erken saatinde çocuklar sokak oyunlarına başlamıştı. İnşaat için taşlar yığılmış olan bir cami arsasında, yüz kadar çocuk oturmuş okula gitmeden önce sabah derslerini alıyorlardı. Bundan sonrada çocuklar okula gidiyormuş. Sabahın bu erken saatinde Afganistan'da hayat sabah namazıyla başladığı için sabahın erken saati değildi. İbrahim bir kapıyı dövmeye başladı. Beyaz elbiseleri içinde bir delikanlı kapıyı açtı. Bizi içeri buyur etti. Büyük bir oturma salonuna girdik. Bütün duvarlar kitaplıktı; ciltli kitaplar. Bu cihat diyarında ilk defa böyle bir kütüphaneyle yüz yüze gelmiştim. Büyük bir iştahla kitapları incelemeye başladım. O sırada asıl sahibi hane geldi. Kurmuş olduğu FM Kanal’ı üzerine konuştuk: “Tefsir dersi ağırlıklı yayın yapıyorduk, Amerikalılar rahatsız olmuş, frekans iznimiz olmadığı için yayınımızı kestiler, yeniden açmak için çalışıyorum, bu adamların bizim yayınımıza katlanmaya dahi cesaretleri yoktur.”
Celalabat şehri, tarihin her döneminde mağrur, zengin, güzel bir şehir. Hindistan Buharat yolunun ya da bütün fetih ordularının geçiş yolu üzerinde Hayber geçidine ulaşanlar ve Hayber geçidinden inenler, burada ilk istirahatlarını yapıyor, sabahlıyor ve yola devam ediyor. Hindular için de kutsal yerler olduğu gibi Afgan tarihinin son ikiyüzelli yıllık krallık döneminin kışlık şehri. Sorhrut Ulusvalisi (ilçesi) Celalabat’ın hemen dış mahallelerinden başlıyor, bağlık, bahçelik, sulak arazisi ekim dikime en müsait, çift ürün alınan bir belde. Araçla Sorthrut’a gitmek; cihad döneminde günlerce yürüyerek ancak geçebildiğimiz bu bölgeyi, şimdi teknoloji ürünü bir araçla katedecektik. Çok heyecan vericiydi fakat kafamdaki anılarımı da zedeliyordu.
İbrahim: “Diğer hiçbir bir cephe, şehre bu kadar yakın değildi. Onun için biz burada çok şehid verdik.”, diyor. Geçtiğimiz yolları ince ince gözlüyorum. İbrahim’de burayı hatırladın mı, şurayı hatırladın mı, diyor, yol tamamen asfalt yapılmış, araç trafiği kadar yaya trafiği de çok yoğun. Kuşkek’e saptık: Arabadan indik yürümeye başladık. Yaşlı bir adamla üç genç büyük bir dut ağacını kesiyorlardı. Adam, şehit komutan Abdulhadi’nin amcasıydı. Yılları geri çevirince o beni bende onu tanıdık. Ağacın kesilmesine üzülmüştüm. Altında çok uyumuştuk. Küçük bir bahçenin ortasında mütevazi bir kabir vardı. İşte o yiğit komutan şu çakıl taşlarının altındaydı. Uzun süre orada oturdum. Rasullullah’ın “Siz onları görmezsiniz de onlar sizi görür ve duyar” hadisine binaen oturdum ve konuştum onunla.
Sonra İbrahim’le üniversitenin önüne indik Star’la buluştuk.
Celalabad şehrinin Güney çıkışında kurulmuş olan muhacir kampında iç göçten gelen dörtyüz ellibin kişi yaşıyordu. Yoksulluk yoldan geçerken görünüyordu. Devam eden iç savaş bu insanların topraklarına dönmesini engelliyor yokluğa, yoksulluğa rağmen kamplardan ayrılmıyorlardı.
Derunte’nin kenarında otururken Miraceddin barajın karşı kıyısındaki evleri gösterdi: “Orada Arap aileler oturuyordu. Amerikalılar bombaladı, hepsini acımasızca katletti” dedi. Akşam kalmak için Emanullah’ın evine gittik. Buraya Mevlevi Halis ailelerinin mahallesi diyorlar. Sabah namazından dönerken evlerin içine oturduğu arsaları adımladım. Elli adıma, elli adım. Yüksek duvarlarla çevrilmiş yüzlerce ev. Bütün aşiret burada kalıyor. Namazdan sonra Celalabat’a döndük. Pakistan’da Muhacir kampında oturan Kari Seyb’de gelmişti. Kabil’de oturan Celalabatlı eski dostların telefonlarını aldım. Kari Seyb “Seni yalnız göndermem Kabil’e beraber gideceğiz” diyordu. Afganlıların bu dost canlılığı ayrı bir olaydı.
Not: Yazımızın devamı “Afganistan Konuşmaları” adı altında devam edecektir.
Tahran’ın Güney Otobüs terminaline gideceğim.
Aradan otuz sene geçmişti; onu unutmamıştım. Kaybolup gitmişti.
Gürcistan: 69 bin 700 km kare yüzölçümüne ve 5 milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin,...
Evet, İran devrimiyle hızlanan bir süreç var.
Sonradan kendisi de bir alçağın en az on kurşununa hedef olan Hayati ÜSTÜN, İstanbul'dan telefon ediyor.
İhtiyar delikanlı: Yaşlanan bedenine karşın, yaşlanmayan gözlerinden yiğitlik kıvılcımları saçan Ferman ağabey
Hep zaafiyet içinde yüzmeyi nasip ediyor.
Gecikiyor dostların kalbine.....
Akşam namazından sonra beş araçla programın yapılacağı Kumanova'nın banliyösündeki Likova'ya doğru yola çıktık.
Makedon hükümeti, batıdaki dağın ucuna 70 metre yüksekliğinde bir haç dikmiş.
Makedonyalı Müslümanlar 2005 yılını bitirirken Osmanlı ulemasının son temsilcisi İdris İdrisi Hoca Efendiyi kaybetti.
Reyyan'la beraber otobüsle Recklinghausen'e gittik. Oradan 11'de ICE'ye bindik.
Akşam Ahmet gelip aldı. Sonra eşi, oğlu Musab ve kızı Halenur'u da alıp Bochum'a gittik.
Akşam Ahmet gelip aldı, ailece ona başsağlığına gittik. Yan komşu Karslı inşaatçı da geldi. Sivas iki yıllık mezunuymuş.
Saat 12'de Musab geldi. Emine hanım Bilefeld'e gidecekmiş. 'Almaya gelmesinler, seni giderken biz bırakalım.' dedim.
Faik'in börekçi dükkanı varmış, oraya gidiyoruz. Hüsameddin'e telefon ettik. Bir saat önce eve gelmiş.
Priştina, 200 bin nufuslu bir şehir. Onüç cami var. İmam-Hatib okulu, İlahiyat Fakültesi dört senedir eğitim hizmeti veriyor.
Gayrimüslimlerin anlattığına karşılık üzerine gitmeliyiz. Teknolojinin ve iletişimin hızlandığı bu zamanda bu fırsatları iyi değerlendirip
İçerdeki bilgisayarlar okulun, orada yer olmadığı için burada duruyor.
Cahiliye dönemi ittifakları, zalim de olsa, mazlum da olsa, saldırgan da olsa, saldırıya uğrayan da olsa
Taklit, 'öteki'ni kalıp yargılarla anlamanın bir biçimidir. Taklit, sömürgeci iktidarın ve bilginin anlaşılması en zor
Bizler bugün bu salonda bir kader buluşmasında biraradayız.
İsrail'in ve dünya siyonizminin desteği ortadayken İslam dünyasının ilgisi sadece toplantılar, tel'inler bazında kalmamalı.
Siyonistlerin göz yumulan bir biçimde bazan Lübnan'a, bazan Gazze'ye saldırısının şaşırtmaca bir amacı vardır...
Berlin'e doğru hızla giden taksinin camına başımı dayamış, engin yeşillikleri seyrederken kendime sorduğum bir soru
Heredot'tan Pliny'e, Aziz Augustine'den Kolomb'a, açıkçası bütün Avrupa'dan bugünkü ABD'ye kadar...
Bugün burada kitaplardan derlenen bilgiler aktarılmayacak.
Bir dizgici anısı dinlemiştim. Daha çok okumak için bir yayınevine giriyor, okuyor, okuyor.
Arazideki ekiplerin hepsini topladık. Gori köyünden dağlara doğru giden yol üzerine, dükkanların alt tarafına üç çadır kuruldu.
Hareket: Bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim. Vücutu oynatma, kıpırdatma veya kımıldatma.
Dünyada başka yerlere yerleştirilen milyonlarca mülteci varken Filistinlilerin bunu anlamayıp...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Theodor Herzl, Sultan Abdulhamid Han'ın huzurundadır.
Otelin lobisi aynı zamanda lokanta ve çayhaneydi. Pakistanlı önce tek kişilik odasını tuttu.
Yemek yer misin, Muhammed? - Hayır, ağabey. Zahedan'a ne zaman varırız?....
Tahran'ın Güney Otobüs Terminaline gideceğim. Meydan-ı İmam Humeyni'yi batı yönünden Tophane tarafına koşar adım geçtim.
İran devrim kitabını iyi okursak, iki şey dağ gibi dikilir karşımıza:
Yirminci yüzyıl itibariyle petrol ve doğalgaz zengini bir ülke...
Peygamberler hata yapınca uyarılmışlardı. İnsanlar ise emredildikleri ve nehyedildiklerini bilirlerse...
Kararını vermişti, gidecekti. Önce İsmail'in evine gidip taziye ziyareti yapacaktı. Yapabilecek miydi?
Afganistan halkının İslam'a bağlılığı ve İslami endişeleri tartışma kabul etmez bir gerçek.
İslam yaşadığımız zamanda dünyanın en faal gücüdür. Yirminci yy.ın zarları Müslümanlar üzerine atıldı.
Biz bu akşam burada hayatlarını, insanlık tarihi boyunca bir kere yaşanan insan hayatını Allah...
İHH, Afganistan'da yıllardır faaliyetini sürdürüyor. Bu seneki Kurbanda bir ekip daha ilave edildi
1552, Rus Çarı zalim İvan'ın Kazan Hanlığını yakıp yıktığı tarihtir. Bu günün anısına da Kızıl Meydan'daki St. ...
Bir kenara oturup ekmek yanına birer meyve suyu içtik. Sonra 83 numara geldi.
Yol eski toz ve topraklı yol değil. Yeni yapılmış ve çok güzel asfaltlanmış...
Ha bugün ha yarın derken yine tası tarağı topladım. Dadaş Seyahat niçin bir kalır.
Dr. Rabbaniyle vedalaştık. ‘Yarın akşam buraya gel seni gönderelim. Kabil’in son durumunu mutlaka görmelisin...
24 Mayıs 1995, saat 15:10’da Afganistan Cumhurbaşkanı Prof. Burhaneddin Rabbani ile görüşmeye alındım
Celalabad’a döndük. Emanullah geldi. Marufların Peşaver’de olduğunu ve görüştüğünü söyledi.
Kabil’i seyrediyorum. İşte merkezi şehir önümde uzanıyor. Bütün güzelliğiyle demeli miyim bilmiyorum.
1991 yılında Sovyetler dağılınca bütün bağlı cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?
Cümbüş’te üç kuvvet vardı: 1- Cihadiler; dışarıyla alakası yok. 2- Pehlivanlar; (milisler) eski Necib’in...
Pazar; Erzurum garajı eski yerine yeniden yapılmış. Selami’yi tekrar aradım. Necmeddin’le geldiler.
Gece saat 03:30’da uyandım. Ezan okunuyordu. Namazı kıldım, uyuyamıyorum.
İstanbul’dan karayoluyla yola çıktığınızda, dört bin üç yüz km. sonra çöllerle kaplı Belucistan’a ulaşırsınız...
İran’ın güneydoğusuna, Afganistan’ın güneybatısına ve Pakistan’ın batısına düşen, 2,5 milyonu İran’da...
Gönlümde bir kıymet dairem var. Bunu açıklamalı mıydım? Evet bunu açıklamalıyım ki, anlatacağım anlamlansın diyorum...
Bırak git meydanları,Vur beni!
Saat 12’de İHH’dan minibüsle havaalanına çıktık. Üsküp’e Yakup Hoca’nın vefatı için taziyeye gideceğiz.
Kampa döndüğümüzde saat iki olmuştu. Halit, ‘Mecir bekliyor, taziyeye geç kalıyormuşuz’.
Taksiciler yapıştı. Hayır dedim. Biri inat etti. Araba gelecek desem de aldırmıyordu.
İkindide camiye gittik. Çıkışta Muallimin müdürlüğünü yaptığı okulu gezdim. Beşyüz öğrencileri varmış.
Hastahanedeki hasta ve yakınlarının hemen tamamı Afganlıydı. İsmail, Hanif’i aramıştı.
Vakit geç oluyordu. Taş pazarına gidecektik. Recep ve Halit acil alışveriş yapıp geri dönecekti...
Geriye 300 battaniye vereceğimiz kalmıştı. Depoya gelen battaniyelerden 180’ini yükleyip götürdük...
Çadırların dikiş yerlerinden su damlamaya başladı. Battaniyenin baş tarafı sırıl sıklam olmuştu...
Sabah namazında hava daha soğuktu. Namazı kılıp yataktaki sıcaklığımızın içine yeniden gömüldük...
Pakistan elektrik kurumu elemanları geldi. Huzeyfe’nin yerleştirdiği ana panodan kampa yeni hat çekmeye başladılar...
Akşam saat 19, İstanbul-Karaçi uçağı için havaalanındayız...
Afganistan’ın işgal gücü, seçimlerde hile olduğunu ısbatladı ve seçimler ikinci tura kaldı. Bu seçimlerde de hile var diye yazmadım.
Hayır, ABD Afganistan’da bir kurnazlık oyunu sergiliyor. Evet, çatışmalar var, kayıplar var...
Alman ve İsrail kabinesi ikinci ortak toplantısını Berlin'de yaptı. Birincisini Kudüs'te yapmıştı...
So wie ich daran glaube, dass der Angriff auf die Twintowers am 11. September 2001...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inandığım gibi...
2006 'nın Kasım ayında Kabil'deydim...
ABD-Ingiliz Orta Şark Kumpanyası bütün dünyayı parmağına taktı oynatıyor...
Çanakkale savaşı, sonradan ortaya çıkan sonucuyla Osmanlı devletinin bittiği savaştır.
İktidardasın Tom Amca. ABD başkanlığın kutlu olsun.
Bir garip ölmüş diyeler. Üç günden sonra duyalar...
19 Mayıs 1901'de Siyonizmin birleştirici babası Thedor HERZL, Sultan Abdülhamid'in huzurundadır.
1979'un 27 Aralık gecesi SSCB'nin kızıl ordusu, Afganistan'a girmişti. Görkemli, techizatlı, dünyayı korkudan titreten kızılordu ...
Doğudan, batıdan, kuzeyden güneyden her renkten , her dilden , her ırktan Müminlerin aşkla, vecdle...
Bütün kürreyi arzda yaşayan Müslümanları bugün heyecan dalgası sarmış durumda.
GÜRCİSTAN: 69.700 km. kare yüzölçüme, beş milyon nüfusa sahip olan bu küçük ülkenin...
Yılmaz ÖZTUNA: “Türkiye Gazetesi” nasıl bir gazete? sorusunun cevabını vermek çok zordur...
Ankara kökenli bir kitap “Şu Çılgın Türkler”.
Yedi güzel adamın dalından bir yaprak daha düştü toprağa
Bu yazıyı tasarlarken Pakistan’ın başında dolaşan sosyal ve siyasal desiseleri düşününce PAK-İSTAN hayalini kuran...
19 Temmuzda 23 Güney Koreli Güney Afganistan'da, Taliban tarafından tutuklanmıştı.
Time dergisi başörtülü İHH gönüllüsü Mine KARAKAŞ'ın resmini kapağına basarak "Türkiye'nin ikilemi" başlığıyla vermiş.
Kabil’e kar inmemiş fakat soğuk inmiş, yağan yağmurdan her taraf çamur içinde.
16 Aralık 2006’da MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) kuruluşunun yeniden ilan edildiğini gazetelerden okuduk. CHP’li Yüksel Çengel, 46. dönem MTTB Genel Başkanı. Milliyetçi Rasim Cinisli 47. dönem MTTB Genel Başkanı. İsmail Kahraman 48. dönem genel...
Bugün Terörizmin tarifi ABD’nin keyfine ve uzmanlık alanına bırakıldı.
Yeni gün için programimizi yapmistik...
Sabah namazini kildik, yeni gün için bize gösterilen çadirda istirahate çekildik...
AZAD Keşmir, Jammu ve Makbuza Keşmir denilen 222,236 km2 lik yüzölçüme sahip...
ABD günden güne kaybeden bir ülke. ABD´ye duyulan nefretin ölcüsü yoktur.
21 Aralk perşembe sabahı haberlerinde; hazar denizinin doğu yakasına düşen bir batı Orta Asya devleti olan Türkmenistan Devlet baskani ya da Türkmenistan Diktatörü S.Murat Türkmenbaşının öldüğü haberini duydum
Bir önceki gece paralı askerlerle çatışmadan dönmüştük. Kaybettiğimiz grubu bulabilmek için yorgunluğun üstüne ...
11 Eylül 2001'de İkiz kulelere yapılan saldırıyı el-Kaide diye çıkartma bir örgütün yapamayacağına inan...
Müslümanlarin kendi hayatlarini iyilestirici her türlü isteklerinde elde ettikleri her türlü basarinin karsisina ezici ve yikici bir biçimde dikildigini görüyoruz.
Az tirajlı bir gazetede küçük bir iç sayfa haberine göre Afganistan’ın güneyinde...