Sevgili Bahattin YILDIZ abimize yol arkadaşlığı etmiş yine çok önemli bir kişi ile daha beraberiz. Hayatının her döneminde önemli izler bırakmış değerli bir isim; Mustafa BAYRAKTAR ile Bahattin YILDIZ üzerine okunası bir sohbet gerçekleştirdik.
A.G. Mustafa Bayraktar Kimdir? Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
M.B: Aslen Trabzon Çaykaralıyım. Ama 1958 yılında Muş’ta doğdum. İlk orta ve lise eğitimimi Malazgirt’te tamamladım. 1975’te Milli Türk Talebi Birliği (MTTB) Malazgirt Şubesi kurucu başkanlığını yaptım. 1976 – 1977 yıllarında Bursa Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde son sınıfı okudum. 1978 yılında İstanbul Yıldız Üniversitesi’nde Harita Mühendisliği bölümüne giriş yaptım. İstanbul’da kaldığım süre içinde Milli Türk Talebi Birliği ve Akıncılar gibi kuruluşlarda çeşitli sosyal faaliyetlerin içerisinde bulundum. 1984 yılında hayatımın en önemli kesitlerinden biri olan evliliğe adımı attım. 1991’e kadar İstanbul’da ikamet ettim. Aynı yıl içinde Bursa’ya yerleşerek ticarete atıldım. Uzun yıllar ticaretle meşgul oldum. 2009'da Birlik Vakfı Bursa Şubesi Başkanlığı oldum. Bir dönem Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) Bursa Şubesi Başkanlığını da yürüttüm; kurucuları arasında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve İsmail Kahraman’ın da bulunduğu Birlik Vakfı’nın kurucular kurulu üyesiyim. Hâlihazırda Birlik Vakfı Bursa Şube Başkanlığı görevini aktif olarak sürdürüyorum. Cuma Meclisi, Yaşayan Değerlerimiz, üniversite öğrencilerine yönelik burs programları, Ramazan ayına özel sokak iftarları ve yıl boyunca ihtiyaç sahiplerine yönelik aralıksız devam eden yemek dağıtım organizasyonu gibi birçok projeyi hayata geçirdim. Biri kız üç çocuk babasıyım. Yeterli mi Ahmet
A.G: Allah razı olsun abi sağ olun. Peki, Bahattin YILDIZ ile ne zaman ve nasıl tanıştınız?
M.B: Ben Bahattin abiyi, Hicret Yürüyüşlerinden falan, gıyaben tanıyordum. Ama yüz yüze gelip tanışmamız ihtilalden sonra yurt dışından geldikten sonra nasip oldu. O zaman Yıldız Üniversitesinin başkanlığını yapıyordum. Üniversitedeki faaliyetleri yürütüyorduk. O da Pakistan’dan dönmüştü. Geldiği zaman bizim Taksim’deki, Beşiktaş’taki evlerimizde kalırdı. Sıkı ilişkimiz o yıllarda başladı ve şehadetine kadar da sürdü. Bizim onunla hukukumuzun başlangıcı Pakistan’dan döndüğü zannedersem 1982 (Şuan tarihleri karıştırıyor olabilirim!) yılına dayanıyor.
A.G: Şimdi abi her insana bu soru sorulduğu zaman herkes çok farklı yönünü tanıtıyor. Ben Mustafa Bayraktar’ın Bahattin Yıldız nasıl bir insandı sorusuna vereceği cevabı merak ediyorum.
M.B: Karşılıksız dostluk. Şimdi öyle bir çağda yaşıyoruz ki herkes birileriyle illaki menfaate dayalı bir ilişki kuruyor, menfaate dayalı bir ilişki silsilesi sürdürüyor. Maalesef İslami hassasiyetleri olan insanlar bile çoğu kez bu duruma düşüyor. Ama Bahattin Yıldız denilince benim aklıma ilk olarak karşılıksız dostluk geliyor. Hiçbir hesabı olmayan, kafasının arkasında başka şeyler olmayan, hesapsız, hilesiz, hurdasız bir dostluk.
A.G: Peki sadece bu özelliği mi sizin dikkatinizi çekti? Örnek alınabilecek başka özellikleri davranışları yokmu?
M.B: Bu benim için çok bariz bir farkındalık. Öyle iyimser insan çok azdır. Sayıları bir elin parmaklarını geçmez. Bahattin abi de öyle biriydi. Tabi onunla olan ilişkimizi ve seyrini anlatmak çok uzun zamanımızı alır, bizim çok günlerimiz, gecelerimiz geçti. Varlıkta, yoklukta çok acılara göğüs gerdik. Ben onun samimi ve içten gayretlerinin verdiği neticelerinde, müşahede ederek yaşadığım için, o güzelliklerin yaşadığı müddetçe de amel defterine yazıldığından en ufak bir kuşkum ve endişem yok. Bir kere şu da var: Bahattin abinin İzmir’de yetişmesi onun şahsiyetinin oluşmasında büyük katkısı vardı. İzmir’de İslami hassasiyetleri yüksek olan insanların sayısının azlığı ona insanlara karşı, hele bizim cenahtaki insanlara karşı müthiş bir hoşgörü ve hüsnü niyet geliştirmişti. Meşrebi, mesleği ne olursa olsun bir insan kazanmanın ne kadar zor olduğunu bildiği için insan kaybetmeye hiç tahammülü yoktu. Samimi olan; hesabı olmayan her türlü meşreple ve kişiyle ilişkilerini sürdürüyordu ve bu duruşunu elinden geldiği kadar Türkiye çapında ilişkili olduğu bütün insanlara yayıyordu. Hatta son yıllarda da bunu iyice uluslararası boyutlara taşımayı başardı. Bu sevinilecek bir şey. Onun samimiyeti, ilişki zincirlerinde her zaman kendisini ortaya çıkaran en bariz farkındalığıydı. Yani Bahattin abinin insanı harcamak, insanı harcamaya tahammül etmek gibi bir durumu yoktu. İnsan kazanmak ve kazanılan insanı kaybetmemek üzerine bir dünyası vardı. Ufak tefek hataları kapatıp, görmezden gelip, elinden geldiği kadar kuşatıcı bir yapısı vardı. Bu çok alışık olduğumuz bir özellik değil. Belki İzmir şartlarında yetişmiş olmanın verdiği bir avantajdı bu. Ve netice itibariyle İzmir’deki o kafa yapısının ürünü olduğu arkadaşlarımızın neler başardığı, neleri neticelendirdiğini hep beraber görüyoruz. Hepimizi gururlandırıyor. Bir sürü yazan, çizen, okuyan insan yetiştirdi. İnsana dokunmayı başaran, insana müspet manada enerji vermeyi başaran insanların ortaya çıkmasına vesile oldu. Bunlar bizim en büyük kazançlarımız oldu. Dostluğu çok farklıydı. Yani O’nun dostluğu çok farklı bir şey. İnsanların varlığıyla, maddiyatıyla değil dostluklarıyla ilgilenirdi. İnsanların sıkıntısı olduğunda mutlaka derman olmak için çaba sarf ederdi. 2001 yılında bizim başımıza bir olay geldi. Bir süre içeri alınmış, işkence görmüştüm. Daha ikinci gün evime gelen tek insandı. Ne zaman duydun, ne zaman öğrendin? Hangi gündü hatırlamıyorum ama hiç unutmuyorum, rahmetli babam sağdı o zaman. Oturduk beraber yemek yedik. Yani o yüzden dostluğunu başka şeyle ifade etmek pek mümkün değil bence.
A.G: Sizi bu durum çok etkilemiş herhâlde abi. Vefası, dostluğu. Peki onunla beraber yaptığınız ve unutamadığınız eylem, hareket, söylemlerle ilgili anılarınızdan bahseder misiniz?
M.B: Şimdi Ahmet, O’na biraz kafa yorup düşünmem lazım. İstanbul’dayken bizim o zaman ki üniversite faaliyetlerimizde devamlı kendisinden istifade edip istişare ederdik. Özgün Yayıncılığın kuruluş fikrini ilk çıkaran oydu. İlk kuran da bendim. Hatta bizim Mehmet Saraç’lar vardı o zaman. Sonradan Bahattin abiye bıraktık, o sürdürdü. Hatta Karagümrük’e Ofisi taşıdığı zaman benim orada ofisim vardı, orada görüşür toplanırdık. Yani o öğrenci faaliyetlerinde yapacağımız, yapmakta olduğumuz işleri devamlı konuşur görüşürdük. Hatta bazı adımları beraber atardık. Bazı işler de kendisi yapardı. Evlendikten sonra tabii o da ayrı bir hadise evlenmesi sırasında bizde gayret ediyorduk. İlk tuttuğu evi dün gibi hatırlıyorum. Duvarından su alan, yaşaması çok zor bir evdi. Hatta boyasını, izolasyonunu kendisi yapmıştı. Rahmetli Bilal’i uğurladığımız günü hiç unutmuyorum. Otobüse bindirip Ağrı Doğubayazıt’a uğurladığımız gün dün gibi. Beraber yolculadık. (Hatta benim başım biraz ağrıyordu. Eve gittik, evde bir sarımsaklı yoğurt yedirmişti, iyi olur geçer diye. Hiç unutmuyorum.) İki tane bileti vardı. Bilal bir bilet daha almıştı. Şu an detayını hatırlamıyorum. Muhtemelen ararsam o bileti bile bulabilirim. Sonra o bilet kaldı, birisi gider diye başka bir bilet aldık. Onunla gitti Bilal. Benim hanımla evliliğimde, ilk istemeye gittiğimizde o da vardı. Bir sürü böyle hiç unutamayacağımız hatıralar var.
A.G: Ne güzel en özelinizde, güzelinizde sizin yanınızdaymış. Zannediyoruz ki Bahattin abi bana özel, ama herkese o kadar güzel şeyler yapıyor ki kime dokunsak aynı şeyleri duyuyoruz. Bu nasıl bir insan zihninin ürünüdür abi? Bu insan nasıl herkese bu kadar içtenlikle ve samimiyetle dokunabilir?
M.B: İşte hesapsız olmak dediğim şey bunu sağlıyor. Yani hesabi olsa bu kadar güzellik arkasında kalmaz. İnanın zaten çileli hayatın vermiş olduğu olgunluk ve birikim vardı üzerinde. Biz onun neticelerine hep beraber müşahade ettik. Derdi vardı, dert sahibiydi. Ümmetin derdi vardı. Yaralı, sıkıntılı her insanın derdi vardı O’nda. O dert, O’nu ister istemez bir şeylere zorluyordu. Herkesle bir ortak paydası illa ki oluyordu.
A.G: Evet aslında bu dediğinizi güçlendiren bir şey; İnsanlar öyle zor zamanlardan geçiyordu ki ‘ya bu benim suçum mu, benim yüzümden mi oldu ?’ diye hesap yaparken o hiç bunları düşünmeden kendisi giriyordu. Ama dünyanın neresinde olursa olsun ulaşmaya çalışıyordu. Şimdi şu kısmı merak ediyorum. Acaba o dönemin şartları mı Bahattin Yıldız gibi bir karakterimi ortaya çıkardı? Yoksa bu zamanda da aynı Bahattin Yıldız olur muydu?
M.B: Bence olurdu. Bakın size bir iki misal vereyim: Bu siyasi mevzularda bizim bazı arkadaşlarımız çok radikallerdi. Ama O hep makulü konuşurdu. Biz siyasetle yakından ilgilenmesek bile O cenahtaki arkadaşlar, arkadaşlarımız ve biz onlara elimizden geldiği kadar yardımcı olmalıyız. O gün çok radikal duruş sergileyen arkadaşlar sonra Ak Partiyle beraber milletvekili oldular. Ama Bahattin abi Ak Partinin ilk zamanları duruşunu yine bozmadı. Yine siyasi arenada rol olmak gibi bir niyeti asla olmadı, O, duruşunu istikrarlı bir şekilde sürdürdü. Ben de aynı kanaatteydim. Olanlara ifrat tefrit noktasında tenkit etmemeliyiz. Maalesef o ifrat tefrit noktasında olan arkadaşlar siyasi arenada pay kapmak için umulmadık kılıflara büründüler sonradan. Ama Bahattin abinin duruşu hiç değişmedi. Bak böyle dertleştiğimiz şehadetinden altı ay önce Bursa’da olmuştu ve şu kanaat hâsıl olmuş: Bizim arkadaşlarımız, bizim gibi düşünenler! Evet, suyun akışı İslami yöne doğru, bu akış her geçen gün çağlayarak büyüyecek ama biz duruşumuzu bozmamalıyız. Duruşumuz bir gün bir işlere yaramaya vesile olabilir diye aynı kaygı ve endişeleri paylaştığımız günler oldu. Ama hayat bu, imtihan, yapacak bir şey yok. Şimdi O bugün de aynı duruşunu değiştirmezdi. Çünkü ben O’na bir iş söylemiştim, O girmek istemediğini söyledi ama falanca olabilir dedi. Niye? Yine o İslami hassasiyetinden dolayı. Duruş farklı bir şey. Onu bozmamak da maharet istiyor.
A.G: Aynen abi dönemin dervişiydi resmen gerçekten isteseydi siyasi anlamda çok farklı yerlere gelebilirdi.
M.B: İşin ters tarafı şu: 1980’li yıllarda Refah Partisi ilk kurulduğu zaman bizler bunlara yardımcı olmamız lazım kaygısı ve endişesiyle hareket ederken bizi nerdeyse küfürle itham edenler, Ak Parti kurulduğunda milletvekili olmak için birbirleriyle yarıştılar. Tezat ve sıkıntılı yer burası. Yoksa tabii ki siyasi faaliyet de olacak, dernek faaliyetleri de olacak, vakıf faaliyetleri de olacak ama bu duruşun düzgünlüğünü muhafaza etmek lazım.
A.G: Karşılıksız dostluk diye de ısrarla başta söylediğiniz de buydu herhâlde. Ben Bahattin abiyle ilgili birçok projede çalıştım. Orada şunu fark ettim. Bahattin abiyi sadece sizin gibi benim gibi tanıyanlar değil onu sadece okuyarak bile tanıyan insanlar oldu ve vefatından sonra onun için yazı yazanlar oldu. Yani onu hiç görmeden bile seven insanlar var. Peki neden insanlar hiç tanımadan bile sevdiler? Siz tanıyorsunuz da seviyorsunuz. O insanlar neden sevdi?
M.B: Sözlerinin ve eylemlerinin müteessir olması insanlar öldükten sonra da mümkün olabiliyor. O sizin samimiyetle yaşamanızla paralel bir şey. Siz iddialarınızda samimiyseniz, düşüncelerinizde, yazılarınızda samimi bir şekilde bunu da uyguluyorsanız illaki hayatta olmanız gerekmiyor. O sözleriniz, eylem ve yazılarınızın tesiri sürüyor. Mesela Seyyid Kutub öleli yıllar olmuş ama biz Fi Zilal’il Kuran’ı okuduğumuz zaman hâlâ etkileniyoruz. Bu da bunun gibi bir şey. Sözünün, düşüncesinin erbabı birisiydi. Bildiklerini yapan, yaşayan birisiydi. İddialı cümleleri yoktu. Çok edebi konuşmuyordu, yazmıyordu ama içten ve samimi bir şekilde yazıyordu. Şimdi televizyonlara çıkıp saatlerce konuşanlar gibi rol kesmiyordu ama iki cümlesi herkese müteessir olmaya yetiyordu.
A.G: Evet abi öyleydi. Edebi yönü dediniz de edebi olarak yazmıyor ama biliyorsunuz ki Bahattin abinin bir de yazarlık tarafı var. Sizce nasıl bir yazardı? Orada kendisini gerçekten ifade etti mi? Siz o kitaplarda Bahattin Yıldız’ı bulabiliyor muydunuz?
M.B: Biz İstanbul’dayken Cahit Zarifoğlu abiye gider gelirdi. Cahit abi müthiş hoşnut olurdu, keyif alırdı O’nun yazmasına. Yazdıklarından müteessir olan insanların etkileri sonucunda kaleme döktüğü şeyleri derleyip toparlayıp yazdı ve iyi ki bize bunları bıraktı. Bundan da ayrı bir zevk alıyordu çünkü bu yazılmazsa, kayda düşülmezse unutulup giden şeyler oluyordu. Bence yaşanmışlıkların ifadesi olan o yazılar tesirini hâlâ sürdürüyor.
A.G: İyi bir yazardı diyorsunuz yani.
M.B: Bakışınıza göre değişir. Bana göre O birçok yazardan daha iyi bir yazardı. Neden? Çünkü yaşadıklarını yazıyordu. Ahkâm, rol kesmiyordu. Onun için belki edebi manada birileri için çok kıymetli değildi ama bizim için çok anlam ifade ediyor. Şunu ifade etmek istiyorum: Bahattin abinin sözlerinde ve yazılarında ki müteessirliğini en büyük sebebi, yazdıklarının çektiği çilelerin ifadesi olmasıdır. O da okurun müteessir olmasına yetiyor bence. Şimdi bunu niye söyledim? İki sene önceydi, kız yurdunda çocuklarla toplanınca oradan bir kızımız Bahattin abiyi sordu. ‘’O’nun kitabını okudum ve çok etkilendim.’’ demişti. Oradan anladım ki yazınız samimi bir şekilde ifade diline dökülmüşse siz olmasanız da tesirini sürdürüyor. Bu anlatılan bir hikâye değil; kendi yaşadığım bir olay.
A.G: Birde abi sözünüzün arasında şunu dediniz: ’onun etkili olmasının sebebi yaşadığı çilelerden kaynaklanıyor.’ Burada neyi kastettiniz? Hangi çilelerden bahsettiniz? Birkaç tanesini dinleyebilir miyiz?
M.B: Kendi kafamda Bahattin abiyi mütalaa edip yorumladığım zaman, İzmir başlı başına bir yer zaten. İzmir’de büyümek, imam hatipte okumak, İzmir şartlarında okumak zor. Bu durum sizi biraz mukavemeti yüksek insan haline getiriyor. Ve oradan tam zıt bir yere gidiyorsunuz: Erzurum’a. Yani İslami hassasiyetleri yüksek olan insanların çok olduğu bir yer. Tabi Erzurum’da o zaman bizim için çok önemli bir yer. Malazgirt’te MTTB’yi açarken Erzurum’a gider gelirdim ben. Erzurum’da iyi bir yapı vardı. Çok emeği geçen arkadaşlar vardı orada. E orada ayrı bir olgunluğa ve doyuma erişiyorsunuz. Sonra Türkiye’nin o gün ki şartlarında siyasi ortamın getirmiş olduğu, anarşinin getirmiş olduğu çileler ve sıkıntılar sizi belli bir noktaya getiriyor. Sonra yurt dışına gidiyorsunuz özlemle. İşte, bütün dünyadaki Müslümanlara umut olan bir devrimin yaşanmasına şahit oluyorsunuz. İran’a gidiyorsunuz. Bir sürü olay yaşamış kişileri görüp sükûtu hayale uğruyorsunuz. Arkasından Pakistan’a gidiyorsunuz. Bir sürü şeyler yaşıyorsunuz. Sonra tekrar Türkiye’ye geliyorsunuz. Türkiye’ye geldiğinizde, İhtilal sonrası Türkiye’nin şartlarını düşündüğümüz zaman, bıraktığınızdan çok farklı bir tablo görüyorsunuz. Kimi kimseniz yok, zor şartlar. O zaman ki maddi imkânlar bugün ki gibi değil. Bir taraftan kendi el emeğinizle geçiminizi temin ederken bir taraftan da Allah’ın size vermiş olduğu sorumluluğu yerine getirmek için gayret sarf ediyorsunuz. Bu daha ağır bir yük. Bunları tabi anlatsak saatlerce konuşuruz. Sonunda ‘’Aman hepsini koy kenara ben İzmir’de kendi kozamı öreyim.’’ diyorsunuz. Gidip kabuğunuza çekilip orada bir koza örmeye çalışıyorsunuz. Çok müthiş bir gayret ve çaba sarf etmeniz gerekli. Çünkü oranın da bir sürü kendine has problemi var. Netice de Bahattin abi denildiğinde benim aklımda üç beş kişi canlanıyor. İstanbul’a her gelişinde ya yanında Musa vardır ya Mustafa vardır. Ya da bizim hurdacı Mehmet abi vardır. Böyle isimler canlanıyor gözümüzde. Hepsi çileli, gayretli, dert sahibi insanlar. Bu, bir şeylerin zeminini hazırlıyor. Sonra kabınıza sığmıyorsunuz artık. Dünya’da nerede irtibat kurulacak insan varsa hepsiyle irtibat kurup dert sahibi oluyorsunuz. Selamet Haşimi gelmişti mesela, ben evimde de misafir etmiştim o zamanlar. Daha Türkiye’de ismi yokken Selamet Haşimi’yi biz ilk defa O’ndan duymuştuk. Türkiye Müslümanlarının gündemine onun girmesini sağlayan baş aktörlerden birisiydi. Mesela bizim bir İran seyahatimiz vardı, hiç unutmuyorum. Nereye, nasıl gideceğimizi tek tek kâğıt üzerine yazmış vermişti. ‘’İran’ın Zahedan şehri sınırından geçtikten sonra Pakistan’da Quetta sınırından geçtikten sonra ya minibüse ya da otobüse binersiniz.’’ demişti. Minibüse binersek 120 rupi, otobüse binersek 80 rupi olacağını dahi söylemişti. Bu kadar hassasiyet, bu kadar duyarlılık hiç kimsede yoktur. Düşün buradan kalkıyoruz uçakla Tahran’a gidiyoruz, Tahran’dan sınırda Quetta şehrine kadar gidiyoruz, sınırı geçiyoruz. En hızlı minibüsün nerdeyse 12-13 saatte gideceği bir yolculuk. Onun fiyat tarifini bile sanki oradaymış gibi bize vermişti. Böyle dengeleri olan, derdi olan biriydi. Allah rahmet etsin. Allah bize de öyle hayırlı ölümler nasip etsin.
A.G: Âmin. Abi sizinle beraber miydi? Yoksa giden herkese kendisi yardımcı mı oluyordu?
M.B: Biz buradan bir grup arkadaş gitmiştik.
A.G: Beraber yapmış olduğunuz bir gezi var mı?
M.B: Yok. Yurt dışında yok. Nasip olmadı yani.
A.G: Yurt içerisinde oldu mu peki?
M.B: Yurt içerisinde oldu. Detaylarını tam hatırlamıyorum. Bizim her yaz, kamplarımız oluyordu. Beraber gidiyordu. İzmir’deki çoğu kamplara ben de gitmişimdir. O, bazı pikniklere çağırıyordu biz de gidiyorduk. Yani İzmir’deki arkadaşların çoğunu ben o zamanlardan bilirim.
A.G: Peki onunla beraber yaşadığınız ve geriye dönüp baktığınızda sizi en çok etkileyen olay neydi?
M.B: Onu bir şeye indirgemem zor olur. Düşünmem lazım biraz. Bir olaya yoğunlaşmam çok zor şimdi, ama O’nun şu tarafı beni hep etkilemiştir: Bizim halkalarımızdan geçmiş, bizim yapılarımızdan çıkmış, durumu ne olursa olsun her arkadaşı ihmal etmeden ziyaret etmesi beni hep etkilemiştir. Bizimle hukuku olan herkesi ayırt etmeden ziyaret ederdi. O beni çok etkilerdi. Hiç unutamayacağım özelliği oydu. Erzurum’a birisi gidecekse muhakkak Yasin Şortu’ya uğra, Muhammet Emek’e uğra diye tembihlemeden bırakmazdı. Bunun gibi bir sürü özellik söyleyebilirim.
A.G: Peki abi farklı ideolojik düşüncedeki insanlara karşı tavrı nasıldı?
M.B: Bu noktada tavrı çok açık ve netti. Kendi inancına, kendi dünyasına olan güveninden dolayı onlara karşı olan ezilmişlik veya bir alttan alma gibi bir tavrı yoktu. Kendinden emin ve güvenilir olma halini her hareketine yansıtırdı. Sanatla meşgul olan arkadaşlarımıza ayrı bir ehemmiyet verirdi. İstanbul’a geldiği zaman muhakkak gider bizim Hasan Aycın abiyi ziyaret ederdi. Hiç ihmal etmezdi, ayrı bir sevgisi vardı. Sanatla ilgilenenlere ayrı bir zaafı vardı. Onlara her zaman moral verirdi. O şekilde de bir sürü arkadaşın yetişmesine vesile oldu. Tabi benim aklıma parça parça geliyor hepsini bütünleyip konuşmam zor ama bir şey söylendiğinde başka bir şey çağrışım yapıyor. Sonradan daha iyi anlıyoruz. O dostlukların pekişmesine ve samimi bir şekilde gayretin çoğalmasına neden olan adımlardı. Zaten vefatında da bütün arkadaşlarının göstermiş olduğu ilginin dibinde de bu var bence.
A.G: Evet, süremiz çok az kaldı. Hazır şehadetine girmişken şunu sorayım dedim: İlk şehadet haberini aldığınızda ne düşündünüz? Ne hissettiniz?
M.B: Şu an tam hatırlamıyorum ama ben galiba yurt dışındaydım. Hanım, oğlunu arayıp onunla konuşmuştu. Oradan bilgi almıştı. Ondan sonra da ben konuştum. Tabi çok etkilendim. Ama bana hiç sürpriz olmadı. Çünkü zaten Bahattin abi Afganistan’dan döndükten sonra sanki bir tarafı eksik kalmış gibi bir hâldeydi. O, orada bulunduğu zaman yaşadıklarının tamamlanmamış kısmını sonra gidince tamamladı gibi geliyor. Zor bir süreçti, hepimiz üzüldük ama Bahattin abinin böyle bir vesileyle aramızdan ayrılması bana fazla sürpriz gelmedi desem yeridir yani. Biz konuşsak da başka şeylerden bahsetsek de onun bir tarafı hep eksikti. Bunu hep hissediyordum. İşte o eksik kalan şeyler bu şehadetle tamamlandı. Şunu da söylemek lazım: Bugün burada bunu söylemek çok kolay ama Bahattin abi hayattayken İslami hassasiyeti çok olan nadir insanlardan birisiydi. Ve İslami hassasiyeti olan her gruba karşı da çok müşfikti. Bir grup hariç: İzmir’de yakinen tanıdığı FETO takımına müsamahası yoktu. Bunu hiçbir insanda da göremezsiniz. Herkesin bunlarla öyle ya da böyle mutlaka yolu kesişmiştir. Örtüşmeyen tek adam bulalım dersen bu Bahattin abidir. Çünkü o her bahsi açıldığında İzmir’de onların yaptığı ve bedelini ağır ödediğimiz şeylerden bahsederdi. Şehadetinden kuşkular taşıyorum. Sanki orada bir şeyler oldu gibi bir endişem var. Bunu da ifade etmek istedim.
A.G: Peki abi yaşarken değeri bilindi mi?
M.B: Yok.
A.G: Çok net söylediniz.
M.B: Aynen öyle. Biz şimdi şöyleyiz: Yaşarken adamdan nasıl kurtulalım diye hesap yaparız. Öldükten sonra da onu istismar etmek için yarış yaparız. Maalesef, üzüntülü bir şey, ama öyle.
A.G: Ama onu gerçekten seven samimi insanların da sayısı az değildi abi. Hem ülkemizde hem yurt dışında sevenleri çok fazlaydı.
M.B: Ondan en ufak bir kuşkum yok. İki sene önceydi, ben İzmir’e valideyi ziyarete gitmiştim. Neyse… Bazı şeyleri boş verelim
A.G: Peki bu röportajınızı okuyacak kişilere hem Bahattin abi adına hem kendi adınıza söyleyeceğiniz son bir şey var mı?
M.B: Biz nesil ve yaşıtlar olarak artık ömür hanemizin son demlerine gelmiş insanlarız. Ama şunu söyleyebilirim: Bizim ne yapıp edip bu karşılıksız dostluğu ve sevgiyi ikame edecek insanları üretmemiz lazım. Nerede olursa olsun bu rol modellere müthiş ihtiyacımız var. Çünkü öyle bir devreden geçiyoruz ki her şey farklı ölçülerle ölçülür hale geldi. Karşılıksız dostluğun artık olmadığı bir devredeyiz. Bu dostlukları oluşturacak ocakları tüttürmemiz lazım. Oluşturacak kapıları zorlamamız lazım.
A.G: İnşallah abi. Allah razı olsun. Çok teşekkür ederiz. Rabbim sizlere sağlık ve afiyetler versin. Güzel insanların yetişmesinde, Bahattin abimizin güzel hasletlerini yeni nesillere taşımanızda yolunuz açık olsun. Allah’a emanet olun.
Arkadaşları Bahattin YILDIZ'ı anlatıyor. Ahmet GÜLCAN'ın hazırladığı röportajda...
İşte Bahattin YILDIZ'dan, Mehmet GÜNEY'in gönlüne yansıyanlar...
Medeniyet TV'nin Bi dakka belgeseli için verdiği röportajın tamamı
Özgün yayınlarının sahibi Cemal BALIBEY , Bahaddin YILDIZ'la ilgili çok özel anılarını anlattı.