x

Dünyayı Kuşatan Yüreğin Anısına

Emine YILDIZ Bahattin Ağabey'i anlattı

A.G. Emine Yıldız Kimdir? Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
E.Y. Ben 1958 Sivas doğumluyum. Kız meslek lisesi çıkışlıyım, okuldan mezun olduktan bir yıl sonra üniversite sınavına girdim. İslami İlimler Fakültesini kazandım ve üniversite hayatım öyle başlamış oldu. 1976-1981 yılları arasında sene kaybım olmadan bitirdim. Biraz alan değişikliği oldu. Lisede meslek lisesi olup üniversitede İslami İlimler Fakültesi biraz değişik oldu ama güzeldi, gayet iyiydi. Kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum. Çünkü benim akranım olup da okuma yazma bilmeyen çok insan var Türkiye’de. Hele de İslami İlimler Fakültesini okumak benim için daha başka önem taşıyor. Baba tarafımı, köyde hep Hatipgil diye bilirler. Sülaleme uygun bir tahsil yapmış oldum. Devamında okul bitti. Son sınıftayken 12 Eylül darbesi olmuştu. Mezun olduk ama başörtüsü baskıları çok fazlaydı, okulun kapısından döndüğümüz çok oldu. Ama askeri idare doğrusu ilk sene ilahiyat mezunlarını karşısına almak istemedi. Erzurum’da bizim okula çok baskı yapmadılar. Ama başörtüsü yasağı da ülkemizde ilk bizim okulla başladı. Üniversite senatosu başörtüsünü ilk yasaklayan senato oldu. Hani konjonktüre göre insanlar pozisyon alır ya, askeri vesayet geldiği zaman ilk bizim üniversite senatosu başörtüsünü yasakladı. Birçok arkadaşımız başını açmak zorunda kaldı. İlk sene bizim okul çok hedef alınmadı ama ikinci sene bizim mezun olduğumuz dönem sonrası çok fazla baskı oldu. Biz o zamana kalmamıştık. Ben okul bitince 1987’de Kur’an kursu hocalığı yapmaya başladım. 2001’de vaizlik sınavını kazanıp vaizliğe geçtim. Daha sonrada 2008’den 2015’e kadar Almanya’daydık. 2015ten beri de İstanbul’dayız. Şu anda da İstanbul’dayız? Aslında biliyorsunuz ki bizim düzenimiz İzmir’de. Ama Bahattin Bey’in İstanbul’a gelmek diye bir fikri vardı. Eğer ki yurt dışı sınavını kazanamasaydım o zaman taşınacaktık. Bana da sanki yerine getirilmesi gereken emanet gibi geldi o fikir, Almanya’dan dönüşte İstanbul’a yerleştik. 

A.G. Peki Bahattin Abi ile nasıl tanıştınız?
E.Y. Bahattin abinle biz tanışmadık. Ben Sivaslıyım, Bahattin Bey Sivaslı. İçinde bulunduğumuz Milli Türk Talebe Birliği’ndeki arkadaşlar bizi birbirimize münasip görmüşler. Bizim Abdullah abi (Abdullah GENÇ) 5-6 arkadaşla hep benden bahsetmişler. Bahattin beyi Sınıfa getirip beni göstermişler. 1976’dan itibaren Hüseyin Selçuk abi, İzzet Uzun abi, Kadir Kesici abi. İşte birkaç kişi daha hep aynı şeyi söylediler. Muhammed Hamidullah hocanın dersine gelmiş, beni göstermiş sınıf arkadaşlarım falan. O zamanlar ben de böyle duyumlar aldım. Ama bilmiyorum ki işte o zamanlar biz mi çok idealisttik, düşünce evliliği fikir evliliği diye bir şeyler vardı. Bizim evliliğimiz ideolojik evlilikti.

A.G. Peki bu şekilde bir evlilikle ilgili bir şikâyetiniz var mıydı?
E.Y. Yani neticede bizim kendi tercihlerimizdi, yetişkin insanlarız. Aynı düşünceden insanlarsınız başka nasıl evlilik yapacaksınız ki zaten? Gidip de etiketine bakıp, parasına, cüzdanına göre bir evlilik yapacak değiliz. Ben bugün de aynı şeyleri düşünüyorum. 1980’de biz nişanlandık, 1983’te evlendik. Öyle olmalıydı. Zaten bugün ki evliliklerin değerli olmayışının sebebi budur diye düşünüyorum. Ortak değerleri yok. Tek taş almış mı, nasıl evlenme teklifi etmiş gibi. Televizyonda geçen gözüme çarptı. Evlenmişler, iki çocukları var nasıl evlilik teklifi aldın sorusuna ben teklif almadım diyor. Evlenmiş, iki tane çocuğu olmuş ama hâlâ buraya takılıyor, düşünüyor, üzülüyor. Beklentiler böyle.

A.G. O zaman şöyle sorayım, Biz Bahattin Yıldız’ın dostları, arkadaşları olmanın gururunu yaşıyoruz. Peki eşi olmak nasıl bir duygu, nasıl bir gurur?
E.Y. Bahattin abin evlendikten sonra çizgisini devam ettirdi. Bu tesadüf değil tabii ki. Kapıdan çıktığı zaman gözü arkada kalmıyordu veya eve geldiği zaman onu bıdı bıdıyla karşılayan bir karısı yoktu. Geri de kalan 5 çocuğun okulları devam ediyordu, işleri devam ediyordu. Onun gözü arkada hiç kalmıyordu. Düşünce birliği farklı bir şey. Ben ve ailem zor bir imtihandan geçtik. Son sınıftık,12 Eylül oldu. Ya kısa bir süre sonra yakalanıp işkenceye maruz kalacaktı, birçok insan zor durumda kalacaktı ve yahut ta bir süreliğine hicret etmesi gerekecekti. Ben ona hiç gözün arkada kalmasın, git ben seni beklerim dedim. O gitti. 1983’te kısmetmiş, 1983’ün ikinci ayında döndü geldi. Ama tabii nişanlılık süresi uzadı, gelen giden yok. Annemler üzüldüler tabii ki. Ama yine de bunu şikâyet etmediler. Ben o konuda ailemin hakkını hiç inkâr edemem. Büyük fedakârlık yaptılar ve hiç dile getirmediler. Yani Bahattin Yıldız’ın nişanlısı olarak gururla taşıdım onun ismini hep.  Bazen arkadaşlarımdan veya beni düşünüpte ‘ya işte ne oldu, nasıl oldu, kim sebep oldu’ diyenlere de ben hiç müsaade etmedim. Bu bir emanettir, davadır. O da bir dava adamıdır. İnsanın hayatında iyi günler olabileceği gibi kötü günlerde olabilir. Benim bir şikâyetim yoktu. Allah biliyor hep öyle bir tavrım vardı. 
-Allah sizlerden razı olsun, zaten böyle olmasaydı, Bahattin abimizin böyle bir yol alması da çok kolay olmayacaktı. Bu yolu elbette alırdı ama daha meşakkatli ve daha zor olacaktı.

A.G. Bahattin Yıldız nasıl bir eş, nasıl bir baba idi? Evlilik hayatını nasıl yürütüyordu? Bildiğimiz kadarıyla her gittiği yerden bir hediye alırmış?
E.Y. Gittiği yerlerden hediye getirme özelliği vardı. Bir yerlere gitme, oradakilerle ailesini tanıştırma tüm çocuklarına yaptığı bir şeydi. 41 yaş var benimle son çocuğumuz Fatma Reyyan arasında. Şimdi üniversiteye başladı. Bahattin abin çocuk kavramına çok önem veriyordu. Çevresindeki akrabalarından, komşu çocuklarına nasıl olduklarını, neye eğilimi olduklarını, huylarını sorardı ve bilirdi. Esendere’de, oturduğumuz mahallede de akrabalarının çocuklarının kim dershaneye gidecek, kim hiç hayatında koşu yapmamış onları öğrenir, kamyonetin arkasında İzmir Fuarına koşuya götürürdü. Bu çevremizde ki çocuklar için inanılmaz bir şeydi. Veya Balçova’ya yürüyüşe gitmeler, dağ yürüyüşleri, kamplar falan yapardı. 
Valla çevresindeki gençler onun için her şeyden önemliydi. Onun bütün özel hayatı, aile hayatı bir telefona bağlıydı. Telefon geldiği zaman hepsi biterdi. Bu telefon şey olabilir, mesela gurbetçiler çocuklarını Burdur’a askere gönderiyorlar ya, İzmir üzerinden gönderiyorlar çoğunlukla öyle birisi geliyordur, veya birisi İzmir’de okul kazanmıştır veya başka bir şey işte öyle yani bir telefon gelinceye kadar. Veya bir delikanlı bunalımdadır babasıyla tartışmıştır veya istediği kıza dünür olmuyordur. Öyle bir telefona bağlıydı bütün aile hayatı. Ama en kibar olduğu zamanı söyleyeyim sana: Kırk yılın başı, on ikide yatağa girmişsin, uyuyorsun ve telefon çaldı. Kalktı, havaalanından birisini alması gerekiyormuş. En kibar olduğu an işte o andı. ‘Emine hanım sana zahmet yukarıya iki kişilik bir yatak hazırlar mısın?’ derdi. Allah’ta biliyor ya benim hiç söylendiğim yoktu. Yukarıya çık, ortalığı toparla, yorganları getir, insanlar yoldan geliyor iyi kötü bir şeyler hazırla. Ama tabii ki ben bunu bilerek bu yola çıktım. Biraz da bu aile yapısı ile ilgili. Benim ailem Sivas’ta oturuyordu. Bizim eve köyden falan çok misafir gelirdi. Ben öyle bir aileden geldiğim için çok fazla yadırgamıyordum. Bu adam böyledir ve böyle yapması gerekiyordu. Üniversitede hocalarımızın da evine giderdik, o insanların da hiçbir mecburiyeti yoktu. Ama onlar bizimle ilgilenirdi. Bu bir bayrak yarışı diye düşünmüşümdür hep. 

A.G. Gerçekten sadece kendinizi teselli etmemişsiniz, çok güzel bir olaya vesile de olmuşsunuz.
E.Y. Yok yok Ahmet bu tesellilik bir olay değil. Teselliyle kaldırılacak bir yük değil. Deli saçması bir olay gibi geliyor o gözle bakarsan. Canı gönülden inanmışsan, güveniyorsan bu böyledir, böyle olması gerekiyor, yadırganacak bir durum değil dersiniz. 

A.G. Abla Bahattin abimiz sürekli ümmetin içinde olmayı isterdi. Bazen Bosna da, bazen Afganistan’da veya Afrika’da bir yerlerde olurdu. Peki, bu gidişleri evde rahatsızlık oluşturur muydu?
E.Y. Evde iki tane erkek çocuk, üç tane kız çocuk ve çalışan anne var. 1999’dan sonra arabam oldu. Bütün evin alışverişleri, okul toplantıları bendeydi. Ayrıca çalışıyordum. Yani epey bir yük bunlar.  Hatta inanılmaz bir şey. Çocuklar O, kapı dışarı çıktığı an hasta oluyordu. Biri hasta oldu mu üçü dördü birden hasta olurdu. Koştur babam koştur ama o günler öyle geldi geçti. Ama şu da var çok fazla birbirimizin hayatına müdahale etmedik. Yani bir yere gideceğim zaman, bir şey yapacağım zaman çok karışmazdı, bende ona karışmazdım. Ama kırk yılın başı onu kabul etmiyorum dediğim bir şeyi de itiraz etmeden kabul ederdi. Çok müdahaleci kadınlar vardır, onu öyle yapma, bunu böyle yapma diyen. Şu sebepten şöyle yapalım dediğimde beni dinlerdi. O saygısı vardı. Vefatından sonra da birkaç yakından tanıyan kişi de aynı şeyleri söyledi. Çok yüz göz olmayı; sadece karı koca ilişkisinde değil hiçbir ilişkide sevmiyorum. Arada ki o saygı mesafesini aşmamak lazım diye düşünüyorum. Bizde de o saygı mesafesinin korunduğunu düşünüyorum. Karşılıklı adı konmayan bir anlaşma diyelim.

A.G. Peki abla çocuklarla ilgilenir miydi, onlarla evde ne yapardı? 
E.Y. Mesela abdest alın namaz kılalım derdi, çoğunlukla Enes’e müezzinlik yaptırırdı. Kitap okuma saatleri, sohbet saatleri vardı. Dersleri konusunda da çok ilgiliydi o konuda birçok anne ve babadan daha farklıydı. Okula gitmezdi, veli toplantılarına gitmezdi. Ama bak şimdi ben bundan şikayet etmiyorum, arada ki o nüans farkını da biliyorum. Birçok babadan çok daha fazla ilgiliydi; dersleriyle, okullarıyla, hayatlarıyla, tercihleriyle… Mesela hafta sonu Sabah kalktığımızda ben kahvaltıyı hazırlayana kadar çocukları yürüyüşe, koşuya falan götürür getirirdi. Evde olduğu sürece çocuklarıyla hep ilgilenirdi. 

A.G. Ah abla O, tüm ümmetin çocuklarını kendi çocuğu bilmiş hepsiyle tek tek ilgileniyordu.
E.Y. Ahmet O, Ümmetin çocuklarını kendi çocuklarından bir iki tık daha önde görüyordu, onları önde tutardı böyle yapmalıyım derdi. Ben öyle yaparsam o çocuklar ziyan olmazlar diyordu. Ben onlara yaparsam bir başkaları da benim çocuklarıma yapar, birbirimize böyle kol kanat gereriz gibi bir zihin yapısı vardı. 

A.G. Peki evde size yardımcı olur muydu? Neler yapardı?
E.Y. Oov tabii. Her konu da yardımcı olmaya çalışıyordu. Mesela salata onun işiydi. Ben bu yaşıma geldim salata karıştırmayı sevmem ama o özene bezene yapardı. Çay demlerdi, bir şeyler hazırlarken yardım ederdi. Zaten misafirleri çatıda ki yerde ağırladığımız için sofrayı getirme götürme işlerini o yapardı. Cumartesi Pazar olunca çocukları da ev işlerine falan yönlendirirdi. Valla ona bakıyorum, Oğullarımda iyi baba oldular, babalarından öğrendikleri gibi yapıyorlar onlar da maşallah. Doğrusu benim hoşuma gidiyor. 

A.G. Abla bir de Bahattin abimizin uzun ve zor geçen bir Afganistan süreci vardı. Siz o dönemde ne düşündünüz, o süreci nasıl geçirdiniz?
E.Y. Erzurum’da son sınıftayken bir gün, birileri geldi beni yurttan aldılar. Üniversite kampüsü şehrin dışında, işte Mahallebaşı’nda bir eve götürdüler. Bahattin abin de oradaydı. Benim gitmem lazım, aranıyorum falan dedi, iyi dedim gitmen gerekiyorsa git, ben seni beklerim. Üniversitenin orada bir şehirlerarası otobüse bindi, imam hatibe doğru olan güzergâhtan gitti. Biraz İran’dan mektup yazdı. İran yakın ya, bizim üniversitede İranlı öğrenci çoktu, onlarla yolladı işte. Sonra Afganistan’a Pakistan’a gittiğini öğrendik. İki buçuk yıl falan kaldı oralarda. Mavera üzerinden orada yazdıklarından haberimiz oluyordu. Sonra yaralandığını falan öğrenmiştim. Gelecek mi, gelmeyecek mi? Son sınıfta ben adını koymamışım ama baya baya depresyona girmişim. Yani bugün ki bilgilerimizle adını koyabiliyor insan. Arkadaş konusunda çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Derste kafamı bir kaldırıyorum arkadaşlarım bana bakıyor, koridorda yürüyorum, bir yerlere falan gidiyorum hep böyle birileri beni kolluyordu. Onlarla hâlâ dostluklarım devam ediyor. Bizim İzmir’den tanıyor musun bilmem ama Ömer Cihat Akay, Mustafa Eras falan Allah razı olsun bana o sıkıntıyı çok hissettirmediler. Mezun oldum geldim, evdeyim, memur alımları kısıtlandı zaten başörtüsü konusunda sıkıntılı bir dönemdi. Sonra 1983’te çıktı geldi. Geldi ama epeyce yıpranmış geldi. Sol kolunu çok kaldıramıyor, ameliyatlar geçirmiş epeyce bir şeyler yaşamış. Düğün yaptık Mayıs’ın sonunda. Bahattin abinin durumundan dolayı resmi nikâh yapmadık. 3 yıl sonra yapabildi nikâhı. 1983’ün adli tatilinde nöbetçi mahkemeye gitti. Delil yetersizliğinden beraat kararı aldı. Döndük İstanbul’a gittik, o dönem İstanbul’da oturuyorduk. Tabii okulla falan alakası kalmamıştı. Daha sonra büyük oğlum Mustafa doğmuş oldu. 

A.G. Peki bu dönemde geçiminizi nasıl sağlıyordunuz?
E.Y. Valla bilmiyorum nasıl karşılıyorduk. Üniversiteden hocaları yardım ediyordu. Yurt dışından geldiğinde biraz para veriyordu. Biz zaten çok az şeye razıyız ya. Oturduğumuz ev İstanbul’da Vatan Caddesinin paralelinde bir bodrum katta öğrenci eviydi. Yani o günler kolay değildi. Zor günlerdi. 
Bereket dedikleri bu olsa gerek, sürekli dışarıdasınız, elinizde avucunuzda olanı sürekli ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz insanlar için harcıyorsunuz, sizin de eşiniz çocuklarınız var ama hep daha çok ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz kişilere harcıyorsunuz ama hiç kimseye muhtaç olmuyorsunuz.

A.G. Birazda Bahattin abimizin Almanya günlerinden bahseder misiniz?
E.Y. 2009’ da Almanya’ya geldi. Türkiye’ye dönerken tam bir ayda gelmiş Türkiye’ye. Kara yoluyla geliyor. Oraya uğruyor buraya uğruyor. Srebzenitsa’nın yıl dönümünde oradaki yürüyüşe denk geliyor. O yürüyüşü görüp yazılar yazdıktan sonra Türkiye işte o yürüyüşü tanıdı. Bizim cenahtan insanlar artık gitmeye başladı. Ama çok mütevazıydı. Böyle yazdığı yazıları veriyor dergilere falan yani bilemiyorum. İnanılmaz mütevazıydı.  Kendine bir pay çıkarmak, övmek diye bir şeyi yoktu. 
O öyle bir insandı ki, bizlerden bir şeyler isterdi ama hiçbir şeyde kendisinin yapmadığı, yaşamadığı, içinde olmadığı bir şeyi istemedi. Sanki tüm bunları önce kendisi tecrübe edip, bizler için bir tehlike oluşturmadığından emin olmadan bize yaptırmazdı. Hatta bize bir şeyler katacağını düşündüğü konulardı bunlar.

A.G. Peki abimiz Afganistan veya Srebzenitza anılarını sizlere anlatır mıydı, yoksa sizler bunları bir yerlerde okuyarak mı öğrenirdiniz?
E.Y. Ya biliyor musun ben biraz sıra dışı birisiyim. Bir fıkra var: NATO’da komutanlar bir araya gelmişler. Demişler ki: benim askerim daha kahraman, fedakâr falan herkes aynı şeyi söylemeye başlamış. Sonra test yapmaya karar vermişler. Her ülke kendi askerine bir sır vermişler. İşkence edilince hemen çözülmüşler. Bir tek bizim Türk çözülmüyormuş. İşkenceden ölecek artık ama yine de konuşmuyor. Merak etmişler hücresine kamera koymuşlar. Adam kafasını duvarlara vurup hatırlasana aptal kafa, diyormuş. Meğer unutmuş. Şimdi bizim dönemimizde istihbaratın görevi Müslümanları fişlemekti. Kendi insanını takip etmekti. Fişlemek çok meşhur bir şeydi. Öyle bir şeylerde bilmemek daha iyidir bence, Bahattin Bey’i ve ailemizi sıkıntıya sokmamak için çok merak etmedim, sormadım. Biraz da bunu bilinçli yapıyordum. Zaten sorsam da bana ‘polis misin, polise mi söyleyeceksin Emine Hanım‘ diyordu. O yüzden ben sormuyordum. Artık benim karakterimi de öğrenmişti. Başkasıyla konuşamayacağı konuları konuşuyordu benimle, tabii ortak dilimizde vardı. 

A.G. Biz Bahattin abimizin Şehadet haberini aldığımızda hissettiklerimizi anlatamıyoruz. Peki siz ilk haberi aldığınızda ne hissettiniz?
E.Y. Ben şaşırmadım biliyor musun, hatta hissettim? Son birkaç ay içerisinde inanılmaz bir ızdırap içerisindeydim. Uyku uyuyamıyorum, uykuda sağıma soluma dönüyor uyanıyorum. Yaa ne yapsam acaba diyorum, onu engelleyeyim diyorum, bir yerlere gitmesin. Bahattin abinin benden dolayı yeşil pasaportu vardı, Almanya’ya rahat gelip gitsin diye. Acaba dedim bir yerlere gitmesini engellemek için polise telefon açsam Almanya’dan Türkiye’yi arasam eşimin işte şu numaralı pasaportu kayboldu desem diye düşündüm çünkü ben olmadan da işlem yapamayacaklar. Ama şimdi onu da yapamadım çünkü kıyamadım Bahattin abine. Şimdi o güvenecek, biletini alacak, gişeye gidecek, pasaportunu uzatacak ve geçersiz diyecekler. Onu da yapamadım. Ama ben hissettim başına bir şey geleceğini. İnanır mısın, bazen sokakta Almanya’da da öyle Afganistanlıları görüyorum ya böyle nefret değil de öyle bir öfkem var ki onlara karşı. Çok seviyordu onları. Seninle nişanlı olmasaydım ben dönmeyecektim diyordu. Bekledim ki sen benim nişanımı bozasın da ben orda kalayım, o kadar da çok seviyordu. (artık sadece sesimiz değil, duygularımız, ruhumuz kilitlendi, konuşmak ağır bir yük olmaya başladı. Duygular birbirine karışmaya başlamıştı. Sevgi, saygı, kızgınlık, öfke, keşkeler)
Ben araba bakmaya gidiyordum Bahattin abinin bir arkadaşıyla onlar da internette oyalanıyor. Herten diye bir şehirde kalıyorduk geri döndük, biri beni çağırdı meğer onlar biliyorlarmış. Bir tek benim haberim yokmuş. Eve gittik, kapının önünde beni çağıran arkadaşla karşılaştık ben dedim Bahattin abine mi bir şey oldu? Ben anladım, içime doğmuştu benim. Yani bilinen bir şeydi gibi.

A.G. O an da çocuklar nasıldı, onlar ne düşündüler?
E.Y. Kızlardan birisi dedi ki belliydi böyle olacağı. Ama çok kötü, çok zor bir şey bu. Düşün ki gittiğinden haberim yok benim. Öyle bir planı olduğundan haberim yok benim, benden sakladı. Ben ona gitme diyeceğim diye benden sakladı. Televizyonda diyor arandı falan ama ilk anda bulunamıyor, enkaza ulaşılamıyor falan deyince ben öldüğünü anladım. Enkaz altında denildi ama ben biliyorum çıkacak sonucu. Şey gibi hani televizyon da elektrik kesilir hiç ışık falan kalmaz ya işte hiçbir şey hissetmiyorum o an. Ruhen bir bağlantım kalmadı kesildi. Ben dedim tamam. Daha sonra kendini kandırıyorsun yani sakat bile olsa yeter ki yaşasın ben ona bakarım dedim ama ilk anda anladım vefat ettiğini.

A.G. Dönebilseydi Mavi Marmara’ya katılacaktı.
E.Y. Onun için acele etti. Bu yüzden kış boyu tartıştık. Gitme dedim, İsrail rahat bırakmaz. Artık yaşlandın, işkence yapar, başka bir şey yapar gitme dedim ama o kafaya koymuştu. Yani bir şekilde ya orda ya başka bir yerdeydi. 

A.G. Kolay değil elbette ama Kader böyleymiş ve ölümlerin en güzeli Şehadet şerbetini içerek gitti.
E.Y. Gene çocukların uğruna gitti. Onda ki o çocuk sevgisi çocuk sorumluluğu başka bir şeydi. İşte orada çocukların mülteci kamplarında durumlarını görüyor, onların meslek sahibi olmalarını istiyor. Dilenmekten kurtulsunlar işte CIA ajan olmasınlar, milletin kuklası olmasınlar. Ekonomik olarak düşünce olarak inanç olarak kendi bağımsızlıklarını kazansınlar istiyordu. Kısmet bu kadarmış.

A.G. son olarak söylemek istediğiniz duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?
E.Y. Ya ben onu nasıl nişanlıyken gururla taşıyorsam hâlâ öyle taşıyorum. 5 tane evladım var pırıl pırıl. Bütün anneler çocuklarını beğenir falan ama çok şükür çocuklarım da öyle, gurur duyuyorum. Ama babalarının emanetine de sahip çıkıyorlar, ismini gururla taşıyorlar. 

A.G. Hiç keşke dediniz mi?
E.Y. Hayır canım olur mu öyle şey kendi tercihlerimiz. Kimse benim kafama silah dayayıp ta zorla Bahattin abinle evlendirmedi ki. 

A.G. Peki Çocuklar?
E.Y. Yok yok. Benim çocuklarımın babalarına saygılı çocuklar. Hakikaten söylüyorum beni bilen herkeste bilir kendi aleyhime de olsa açık sözlüyümdür. Çocuklarım babalarının ismini gururla taşıyorlar ve ona da layık evlatlar. 
Rabbim herkesin kalbine göre veriyor demek ki abimize de böyle bir aile vermişti.

A.G. Yaşasaydı, yapmayı düşündüğünüz bir şey, planladığınız bir şey var mıydı?
           
Sesler titremeye başladı.
E.Y. Ben onunla beraber yaşlanmaya çok özeniyordum. Almanya da böyle yaşlılar var ya kol kola giriyorlar, adam sürücü koltuğunun yanında kadın arabayı sürüyor falan. Bak Bahattin biz de böyle yaşlansak diye gösteriyordum. O içimde ukde kaldı. Ama Almanya’da ki hayatımız güzeldi. Hele o vefat ettiği yıl, çokta kar yağmıştı o zaman. Çok spor yaptı, çok kilo verdi yani çok keyif alarak yaşadı orada. Güzeldi yani Almanya günleri. O yaşlı Almanlar gibi olmak isterdim doğrusu.

Duygu, sevgi ve samimiyet dolu unutulmaz hisli bir söyleşi ile bizleri kırmayan Emine Yıldız ablamıza çok teşekkür ediyor, evlatları, sevdikleriyle hayırlı ömürler diliyoruz.

Yayınlanma Tarihi: 05.03.2021


 
 

Cavit OKUR Bahattin YILDIZ'ı anlattı
Röportaj

Cavit OKUR Bahattin YILDIZ'ı anlattı

Arkadaşları Bahattin YILDIZ'ı anlatıyor. Ahmet GÜLCAN'ın hazırladığı röportajda...

Mehmet GÜNEY - Gıyabi Sevgimiz Vicahiye Dönüştü
Röportaj

Mehmet GÜNEY - Gıyabi Sevgimiz Vicahiye Dönüştü

İşte Bahattin YILDIZ'dan, Mehmet GÜNEY'in gönlüne yansıyanlar...

Dumlu KARA - Onun için, 'Bizim arkadaşlar' vardı.
Videolu Röportaj

Dumlu KARA - Onun için, 'Bizim arkadaşlar' vardı.

Medeniyet TV'nin Bi dakka belgeseli için verdiği röportajın tamamı

Cemal BALIBEY Bahattin YILDIZ'ı anlattı.
Röportaj

Cemal BALIBEY Bahattin YILDIZ'ı anlattı.

Özgün yayınlarının sahibi Cemal BALIBEY , Bahaddin YILDIZ'la ilgili çok özel anılarını anlattı.

Ziyaretçi Defteri
Yükleniyor
Yükleniyor...