HİCRET KOŞUSU HİCRİ 1400 (21 Kasım 1979).
Bahattin YILDIZ, hayatı boyunca hiçbir zaman kolay olanı seçmemiş, şartlar ne olursa olsun, inandığı doğruları yaşamaya, yaşatmaya, çalışmış, her zaman toplum hafızasında örneklik teşkil edecek söylemler ve eylemler içinde olmuş yiğit bir insandı. Davasına adanmış yüreği, her yerde Allah korkusu ve İslam davası için atıyordu. Yıl 1979 ülkede yaşam şartlarının çok zor olduğu, büyük sıkıntılara gebe, İslam’a dair hiçbir söyleme bile tahammülün olmadı, sağ-sol diye sosyolojik bölünmüşlüğün derinleştiği yıllar. Ama bu topraklar İslami maya ile yoğrulmuş, bağrında bunun mücadelesini vermiş ve vermeye hazır binlerce genç barındırıyordu. İşte tamda öyle bir zamanda birbirlerinin eli ayağı olmuş, yüreği gözü olmuş yiğitler, İslami açıdan önemli bir farkındalık hareketinin planlamasını yapıyordu. Bu isimler; Bahattin YILDIZ ve Mahmut OSMANOĞLU’ndan başkası değildi. Bu ay sizler için iki yiğitle başlayan önemli bir hareketin yol hikâyesini; Hicretin 1400. yılı anısına yapılan yürüyüş hareketini, değerli ağabeyimiz Mahmut OSMANOĞLU’ndan dinleyeceğiz.
A.G. Öncelikle Mahmut OSMANOĞLU kimdir, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
M.O. İsmim Mehmet ÖZTÜRK, ama yazarlık ismim Mahmut OSMANOĞLU, Çorum doğumluyum, ortaöğrenimimi Çorum’da okudum. Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi, Fizik Bölümüne başladım. 12 Eylül olayları ile okulu bırakmak zorunda kaldık. 1980 den beri dış politika üzerine yazılar yazıyorum. TRT Arapça da yöneticilik yaptım. Şu anda Anadolu Ajansında yabancı diller yönetmeniyim.
A.G. Bahattin YILDIZ ile nasıl ve nerede tanıştınız?
M.O. Tam olarak hatırlamamakla birlikte, Erzurum’da okuduğum yıllarda tanıştık. O yıllarda, Erzurum gençlik hareketleri açısından ikiye bölünmüş durumdaydı. Bir tarafta Ülkücü gençliğin hareketi, diğer tarafta MTTB gençliğinin hareketi vardı. Ben gittiğimde MTTB gençliği ile irtibat kurdum. Ondan sonra da zannediyorum yurtlardan bir tanesinde Bahattin abi ile tanıştık. Kalacak yerimiz yoktu. Hüseyin Selçuk abinin açtığı özel bir yurtta Bahattin abi ile birlikte kaldık. Tanışmamız kısaca böyle oldu. Biz geldiğimizde O, üçüncü sınıftaydı. Benim sporcu yanım vardı oradan herhalde biraz ilgi alaka duydu, daha sonra dostluk bağımız pekişti.
A.G. Etkisi belki de yıllar sonra daha büyük olan bir olayı gerçekleştirdiniz. Peki, Hicret yürüyüşü fikri kime aitti, nasıl karar verdiniz, böyle bir yürüyüşte ki amacınız neydi?
M.O. Öncelikle böyle bir olayın alt yapısını anlatayım. İkimizin de sporcu yanı vardı, güçlü idmanlar yapardık, günlük 10 - 15 km. koşardık. Bir de Erzurum’un rakımı göz önüne alındığında önemli şeylerdi bunlar. Dünyadaki spor hareketlerine bakılırsa, atletler uzun mesafeli koşulara(maraton) daha çok yüksek rakımlı yerlerde hazırlanırlardı. Bizde birlikte günlük atletizm koşusu yapıyorduk. Dolayısıyla uzun mesafede koşmak bizim için sıkıntı değildi. Dediğim gibi Erzurum’da iki gençlik hareketi vardı, ama Ecevit iktidara gelince orada solcu bir gençlik hareketi oluşturulmaya başlandı ama Üniversitede yanlış hatırlamıyorsam, bir Doçent veya Yrd. Doçentin öldürülmesiyle; ya kendilerini gizlediler, ya da başlamadan bitti. İdeolojik ayrımların ülkede çok fazla hissedildiği dönemlerdi. Bizim tarafımızdakilerin düşüncesi; Peygamber Efendimizin (s.a.v.) düşüncesini, yaşadıklarını hayata geçirmekti. Yurt odalarında bununla ilgili dersler yapılırdı. Hicri 1400 mevzusu gelince, Bahattin abiye Hicret koşusu fikrini söyleyen bendim. 12 Eylül öncesinde, ideolojik duyarlılıklar oldukça yüksek noktada, herkes davası için bir şeyler yapıyor. O yıl Hicret’in 1400. yıldönümüydü. Hicri 1400 münasebetiyle ne yapabiliriz diye düşünmeye başladım. Bir şekilde topluma Hicret’i anlatmalıydık. Bu tarihi anda, elimiz kolumuz bağlı duramazdık, bulunduğumuz yerde durup birinin bir şeyler yapmasını bekleyemezdik.
A.G. Neden Hicret Koşusu, başka bir tema değil de, Hicret? Bu yürüyüşü nasıl planladınız, size yardımcı olanlar var mıydı?
M.O. Hicret insan hayatında önemlidir, birçok noktada farkında olmasak ta hicreti yaşarız. En basiti anne karnından dünyaya Hicret ederiz, tarlada fideyi bir yerden alır başka bir yere götürürsün, Hicret ettirirsin daha da güçlenir. İslami düşüncede Hicret önemlidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) geri dönmek üzere ve daha güçlü dönmek üzere ve kendi ilahi sistemini hayata hâkim kılmak üzere Hicret etmiştir. İstediği toplumu oluşturmuş, sonra tekrar Mekke’ye dönmüştür. Mekke’ye döndükten sonra önündeki duvarlar yıkılmış ve İslam düşüncesi dünyada büyük bir İmparatorluk haline gelmiştir. Belki Hicret olmasaydı milyarlarca insanın Müslüman olması zor gibi gözüküyordu. Hicret bu anlamda bir çıkış yolu olmuştur. Mekke’deki eziyetlerden kurtulma, daha sonra kendi inancı üzere bir toplum oluşturma, onun üzerinden de düşüncesine müsaade etmeyen müşrikleri saf dışı bırakarak Arap Yarımadasında İslami bir toplum oluşturmuştur. Peygamberimiz hicreti yaparken yaklaşık 450 – 500 km yol kat edilmiştir. Yani bunun aslında sembolize edilmesidir bizim yürüyüşümüz. O dönemin zor şartları ve imkânsızlıklarında Efendimiz Mekke’den Medine’ye yürümüştür. Birincisi bu hissi yaşamak, İkincisi de bu Hicret şuuru o dönem fazla yok. Cumhuriyet döneminde birçok değerlerimiz insanlara unutturulmuş, her ne kadar toplumun belleğinde bunlar olsa da, Hicret; Peygamber Mekke’den Medine’ye gitmiş, bu kadar. Yani bunun anlatılmasını istiyorduk. Bunu ben Bahattin abiye teklif ettiğimde, düşündü ve olumlu karşıladı. Bunu yapabilir miyiz yapamaz mıyız şeklinde bir düşünce geçti, sonra böyle bir yürüyüşü yapmaya karar verdik. Peki, bunu nasıl yapacaktık; 12 Eylül öncesinde iller, ilçeler hatta mahalleler paylaşılmıştı. Böyle ideolojik amaçla, propaganda yaparcasına bir eyleme çıkmak çılgınlıktı. Öyle kendi halinde normal bir yürüyüş yapmak bile tehlikeliydi. Oldukça uzun bir mesafe ve zor bir hadiseydi. İnsanlar farklı görüşte olduğunu bildikleri kişilere hiç acımıyor, yaralıyor hatta öldürüyordu. Bir şehir bir grubun elinde olabilir ama bir ilçesi farklı olabiliyordu. Ayrıca o zaman uzun sakallarımız vardı ve sakal bir kimlikti. Sakallı gördüklerinde İslamcı olduğunuz anlaşılırdı ve başınız belaya girebilirdi.
Bahattin Ağabey: “Çok güzel bir fikir, peki nasıl yapacağız?’ dedi. İkimiz koşacaktık, Celalettin Karakoç arkadaşımız da önden gidip kalacağımız yerleri ayarlayacaktı. Kalacak yerde mümkünse tanıştığımız insanların evinde olacaktı. O günlerde Akıncıların Kayseri’de Kudüs Mitingi vardı. Bahattin Ağabey’e “Erzurum-Kayseri arası ne kadar sürede koşabileceğimizi tespit edelim, sonra koşarak miting öncesi Kayseri’ye ulaşalım. Bu koşunun adını da ‘Hicri 1400/ Hicret Koşusu’ koyalım. Yolda gördüğümüz insanlara, geceleyin bizi misafir edecek, kalacağımız ya da karşılaşacağımız insanlara da ‘Hicret nedir, Peygamberimiz (s.a.v) niçin hicret etmiştir, Hicretin sebepleri sonuçları nelerdir, günümüz insanları için Hicret ne anlam ifade etmektedir? Bütün bunları anlatalım.” dedim. Kararımızı diğer arkadaşlarla paylaştık. Üniversitedeki arkadaşlarımız bir sabah bizi uğurladılar. Üniversitenin giriş kapısında büyük bir topluluk bizi yolcu etti. Erzurum’dan yola çıktık. O şekilde “Hicri 1400 / Hicret Koşusu” başladı.
A.G. Yürüyüş esnasında ne tür sıkıntılar yaşadınız, İnsanların size yaklaşımları nasıldı?
M.O. Biz kendimize güveniyorduk, sporcu bir yanımız vardı. Arkadaşlarımıza söylediğimizde hepsinde büyük bir heyecan vardı ve destek verdiler. Bu gün öyle bir yürüyüşü gerçekleştirmek kolay bir şey değil, ama bizim altyapımız olduğu için biz yola çıktık, arkadaşlar bizi yolcu etti. Bu koşu da Bahattin abi ile ben koşucu, Celalettin organizatör olacaktı.
İlk gün Erzurum-Aşkale arası koştuk. 70 km’den fazla bir mesafe. Biz günde 70 km koşmayı düşünüyorduk. O gün Aşkale’ye yakın bir noktaya gelmiştik. Bir anda koşarken Bahattin Ağabey kayboldu. Allah Allah ne oldu acaba dedim. Geri döndüm, ona baktım. Meğer ayağı kaymış, düşmüş. Kayınca ayağı incinmiş. Zor da olsa Aşkale’ye kadar gittik. Orada bizi arkadaşlar karşıladılar. Fakat o düşmeden dolayı Bahattin Ağabey ayağını incitti, koşamaz hale geldi. Benim durumum da hiç iç açıcı değildi. Yeni bir ayakkabı almıştım, koşu için. O ayakkabıyı denememiştim bile. Koşmaya başladık, ilk gün 70 km koşunca ayakkabı ayağımı vurdu. Ayaklarım su topladı. Sabah bir kalktık ayaklar kazık gibi. Koşuya devam etmek zorundayız. Ben baktım, ayakkabılar ayağımı vuruyor ama koşabiliyorum. Bahattin Ağabey ayağını incittiğinden, yürüyebiliyor ama koşamıyor. Nasıl yaparız, dedim. Bir çözüm bulmalıydık.
Bahattin Ağabey’ e şöyle bir teklifte bulundum. “Ağabey ben koşayım, belli bir mesafe gidince ben durur, ilerde seni beklerim. Siz de yürüyerek oraya gelirsiniz. Bu şekilde koşuyu sürdürürüz.” dedim. Öyle de yaptık. Ben koşup bekleyerek, Bahattin Ağabey yürüyerek Erzincan’a kadar gittik. Erzincan’a vardık, Bahattin Ağabey bitmişti, devam edemeyecekti. Erzincan’da Bahattin Ağabey’in ayağının iyileşmesi için ara vermeliydik. Birkaç gün Erzincan’da kaldık. Bu hesapta olmayan olaydan sonra Sivas’tan başladık. Sivas’tan Kayseri’ye kadar koştuk. O dönemde gerçekten böyle bir koşu göze alınabilecek bir iş değildi. Planladığımız gibi gittiğimiz her yerde, misafir olduğumuz yerlerde insanlara Hicret’i anlattık.
Sivas’ta bize Abdullah Genç Ağabey katıldı. “Hicri 1400/Hicret Koşusu” onu da heyecanlandırdı. Abdullah Ağabey de koşmak istedi ve bize katıldı. Onun aramıza katılması bize doping gibi oldu. O da iyi bir koşucudur, birlikte idman yapardık zaten. Böylece Sivas’tan Kayseri’ye kadar üç kişi koşacaktık.
Şarkışla’dan sonra bir yerleşim yeri vardı. Haritadan baktığımızda orayı büyük bir yer zannetmiştik. Bu nedenle Celalettin’e “Burası haritada büyük bir yer görünüyor. Burada otel falan ayarlarız biz. Senin gidip orada bize yer ayarlamana gerek yok.” demiştik. Akşama doğru oraya vardık. Gördük ki küçük bir yer, yanılmıştık. Sultanhanı, kara yolu ile demir yolunun birleştiği bir yer olduğundan haritada büyük bir yer görünüyordu.
Üçümüz aramızda konuştuk. “Bir cami bulup, namaz kılalım. Orada birlikte bir çözüm buluruz.” dedik. Gerçekten bir cami bulduk. Namazları kıldıktan sonra dışarı çıktık. Gece kimsecikler yok. Ne yapabiliriz, diye konuşuyoruz aramızda. Abdullah Ağabey, “Gelin, şu tabutlarda yatalım,” derken caminin bahçesinde, arka tarafta duran üç tane tabutu gösteriyordu bize. “Ağabey ya, mantıklı bir şey değil bu!” dedim. Yaz mevsimiydi ama Anadolu’da sabaha karşı ayaz olurdu. Tabutlara yatarsak kesin sabaha kadar vücutlarımız kazık gibi kaskatı olurdu. “Tabutlarda yatarsak koşamayız. Sonra sabah namazı vaktinde insanlar camiye gelecek; imam gelecek, cemaat gelecek. Biz tabutun içinden çıkacağız. Cemaat korkar vallahi!’ dedim. Gülüştük. Caminin imamını bulursak belki o, yaptığımız koşunun mesajını anlar, bize yardım edebilir, kalacak bir yer ayarlardı. Uzakta bir yerin ışığının yandığını fark ettik. Oraya gittik, kahvehaneye benzer bir yermiş. Köyün gençleri eğlenmek için aralarında iskambil oynuyorlarmış. Üzerimizde “Hicri 1400/Hicret Koşusu” yazılı tişörtler var. Üçümüz de sakallıyız ve başımızda takkeler var. İlginç bir görüntümüz var yani.
Gençlerle konuştuk. Erzurum’dan geldiğimizi, koşumuzun amacını anlattık onlara. “Burayı büyük bir yerleşim yeri zannettik, haritaya bakarak. Otel motel bir şey bulacağımızı düşündük ama küçük bir yermiş. Ortada kaldık, ne yapabiliriz? Bize imamı çağırabilir misiniz?” dedik. Gençler: “Ağabey, merak etmeyin, hemen çağırırız!” dediler, gittiler. Bir süre sonra imam geldi, başında bir şapkayla. O dönemde sağ sol olayları var, herkes birbirinden korkuyor. İmamla tanıştık, koşuyu anlattık. İmam çok iyi bir insandı, biraz sohbet edince bize sarıldı, çok sıcak davrandı. O arada kâğıt oynayan çocuklar, tavada sucuklu yumurta yapmışlar, masaya getirdiler. “Sucuklu yumurtasına kâğıt oynamıştık. Biz size başka bir şey ikram edelim.” diye teklifte bulundular. Anadolu insanının duyarlılığı bu, hiç unutmam.
Bizi bir eve götürdüler, o gece bizi ağırladılar, sabahleyin de uğurladılar. Koşumuzu bir gün erken bitirdik aslında. Şu an hatırlıyorum, Kayseri’ye 14-15 km mesafede bir yerde “Koşalım!” dedik, yatsıya doğruydu; mitingin bir gün öncesinde Kayseri’ye vardık. Aslında planımız, mitingin başladığı anda alana girmekti. Oradaki Akıncı gençler bizi coşkuyla karşıladılar, tebrik ettiler. Ertesi gün Hicret mitingine katıldık, böylece bitirmiş olduk koşumuzu.
A.G. Koşu bitince amacınıza ulaşabildiniz mi? Ne hissediyordunuz.
M.O. Bu günden o günleri yorumlamak biraz sıkıntılı ama belki daha iyi planlanabilirdi. Mesela gittiğimiz yerlerde Hicret Konferansları düzenlenebilirdi. Bunu bilen kişilerle daha geniş kitlelere daha iyi anlatabilirdik. Biz yolda gördüğümüz insanlara, karşılaştığımız insanlara anlattık. Zaten amacımız oydu, Kayseri’deki Akıncılar mitingine ulaşmaktı ve onu da bir şekilde başardık. Elhamdülillah bu güne tatlı bir hatıra olarak kaldı.
A.G. Basında yer aldı mı?
M.O. Basın o dönemde güçlü değildi, bir tek Milli Gazete vardı pekte haber olmadı. Sonrasında çok haber yapıldı.
A.G. Sonrasında yine böyle farkındalık çalışmaları düşündünüz veya yaptınız mı?
M.O. Bu koşu sonrasında hayatımızda bir Hicrete yol açtı. Bahattin Ağabey ile yürüyerek Hacca gitmeyi, koşarak Umreye gitmeyi planladık ama 12 Eylül darbesi olunca bütün bu planlar suya düştü. Hepimiz bir tarafa dağıldık. Tabii darbe sonrası bazı maceralarımız var. Bu aslında büyük bir şeydi, bunun dışında başka hatırlamıyorum.
Ama şimdilerde şöyle bir şey yapmak istiyorum, biraz daha planlı şekilde bu koşuyu geleneksel hale getirmek. Bu hem geçmişte yapılan güzel bir işi (ki onunda temelleri güzel şeylere dayanıyor) yaşatmak hem de Hicret gibi önemli bir olayı anlatmak. Hicreti Erzurum’dan başlayarak, yol üzerinde çeşitli noktalarda duraklarını belirleyip, her bir durakta da buna katılan yeni insanlar oluşturup, toplu olarak yürüyüş yapmak ve aynı zamanda gittiğin her yerde konferans falan düzenleyerek Hicreti hakkıyla anlatmak gibi bir planlamam oldu. Girişimlerimde oldu ama şu ana kadar başarılı olamadım, inşallah bundan sonra başarılı oluruz.
A.G. Hicret Koşusunun mantığını, ruhunu bize çok güzel bir sunumla veren Mahmut OSMANOĞLU hocamıza, İnsan ve Medeniyet Hareketi İzmir derneği adına sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Yayın tarihi: 05.02.2021
Arkadaşları Bahattin YILDIZ'ı anlatıyor. Ahmet GÜLCAN'ın hazırladığı röportajda...
İşte Bahattin YILDIZ'dan, Mehmet GÜNEY'in gönlüne yansıyanlar...
Medeniyet TV'nin Bi dakka belgeseli için verdiği röportajın tamamı
Özgün yayınlarının sahibi Cemal BALIBEY , Bahaddin YILDIZ'la ilgili çok özel anılarını anlattı.