Bahattin Ağabey'in Dönem Arkadaşlarından
Söyleşimizin ikinci bölümü hemen gitmek için tıklayın
O.Y: Öncelikle bizi kırmayıp söyleşi teklifimizi kabul ettiği için çok teşekkür ediyorum. Değerli Musa KIRCA Abiye. Ben kendisini, İzmir’e ilk geldiğim yıllarda tanıdım. Adı o zamanlar Bahattin Ağabey ile birlikte anılırdı genellikle. Kendisi bizim öğrencilik dönemimizde mühendislik bitirmiş ve çalışma hayatının içerisinde olan bir ağabeyimizdi. Kâh fırında çalıştığı dönemde, kâh bir kitapevi açıp gençlerin kültür hayatlarına katkıda bulunduğu dönemde yani kitapevinin adeta bir mektep fonksiyonu icra etmesine vesile olduğu dönemlerde, hepimizin haftanın altı günü kendisiyle sohbet-muhabbet ettiğimiz bir ağabeyimizdi. Ayrıca, kendisini İzmir de en çok kitap okuyan kişilerden birisi olarak hatırlarım her zaman. İyi okuduğunu bildiğimiz kadar, edindiği bilgiyi aktarabileceği mecralarda görmek istedik O’nu her daim. O da inşallah emekliliğinde olur diye ümit ediyorum. İşte şimdi, kısaca tanıtmaya çalıştığımız Musa KIRCA ile kendisinin de bir dönem hayatına tanıklık ettiği Bahattin YILDIZ Ağabeyi konuşacağız bugün inşallah.
Bahattin YILDIZ. İzmir, İstanbul, Erzurum, Afganistan, Pakistan, Balkanlar ve Avrupa’nın birçok ülkesinde adı efsane gibi yâd edilen, ardından hayır dualar yapılan, her yaştan birçok insanın arasında vefa ve kardeşlik duygularının oluşmasına vesile olan bir ağabeyimiz. Benim, şahsen 1986 yılında bir vesile ile tanıdığım, 2010 yılında vefatına kadar, bilfiil irtibatımızı kesmeden birçok defalar birlikte zaman geçirdiğim değerli bir ağabeyim. Şurası da bir gerçek ki, Bahattin Ağabeyi tanıdığım ilk zamanlarda onunla sürekli birlikte olduğunu gördüğüm, kendisiyle tanışıklığı bizlerden daha önce olan Musa Kırca’yı aslında birçoğumuz iyi bilir.Sevgili Musa Kırca Ağabey; Sizi, İzmir de bulunduğunuz yıllarda Bahattin abi ile birlikte hatırlarız her zaman. Bizlere Bahattin ağabey ile birlikte başlayan serüveninizin başlangıç yıllarını, nasıl tanıştığınızı anlatabilir misiniz?
M.K: Eyvallah Osman. Senin de belirttiğin gibi 77-78 döneminde Ege Üniversitesinde Yüksek Öğrenim hayatıma başladım. O dönemlerde Milli Türk Talebe Birliği etkindi, öğrenciler arasında. İkinci sınıfta iken yine o dönem faal olan Akıncılar Derneği ile irtibatım olmaya başladı. Tabii İzmir Akıncıları denilince o dönemde en önde gelen ismin Bahattin Yıldız olduğunu gördüm. Önce uzaktan bir tanışıklığımız oldu. Çünkü o dönemde daha çok Erzurum da faal olan, ismi o şekilde bilinen birisi idi. Sonrasında ise İzmir de tanıştık kendisiyle. Zaten Türkiye de İslamcı Gençliğin önde gelen ilk beş kişisi sayıldığı zaman, Bahattin Yıldız da bu beş kişinin içerisine giriyordu. Ama biz Bahattin Yıldızla birlikte olduğumuzda diğer İslamcı Gençlik liderlerini de manen tanımış oluyorduk O’nun sayesinde. Bizimle onların arasında bir ünsiyet oluşmasına vesile oluyordu kendisi.
O.Y: Bu söylediğiniz beş kişiden diğerleri kimlerdi, isimlerini hatırlıyor musunuz?
M.K: İşte, birisi Mehmet Güney’di, diğeri Arif Altunbaş’dı, Bir diğer isim Hüseyin Selçuk’tu, Mesela Erzurum da Arap Salih diye bilinen bir abimiz vardı. İşte bu isimlerle birlikte Bahattin Yıldız ismi Türkiye de İslamcı Gençliğin liderleri, bayraktarları olarak bilinirlerdi. Tabi, daha başka isimler de sayıp ilave edebilir bunlara. Bizler o yıllarda daha çok birbirimizle irtibatı, akıncıların faklı şehirlerde çıkarttığı dergiler vasıtasıyla kurar ve faaliyetlerden haberdar olur, fikirlerden istifade ederdik. Mesela Erzurum da “Talebe” dergisi vardı. ”İslami Hareket” dergisi çıkardı bir başka şehir de. O dergilerde ki atmosfer, dergilerdeki yazılar v.s bizlerin dünya görüşünü, İslami bakış açımızı, yapmamız gereken okumaları, birbirimizle olan diyalogları, irtibatları, çalışmalarımızda ki yol ve yöntemleri belirliyordu.
Ben kendim Giresun İmam Hatip’ten geldiğim ve orada MTTB ile iltisaklı olduğum için, Talebe çalışma faaliyetleri ile ilgili ve dahi kitap okuma ve bilgi edinme bağlamında belli bir birikimim vardı. Ancak İzmir’e gelip Akıncılarla birlikte, hatta Bahattin Yıldız Ağabey ve ekibiyle tanıştıktan sonra dört başı mamur bir aidiyet duygusu başladı bende de. Esasında bizim Bahattin Ağabey ile gerçek anlamda birlikteliğimiz 1979 yılında başlar tabiî ki.1979 yılı, İslami Hareket için çok verimli, dolu dolu bir yıl idi. Hicri 1400 faaliyetleri 1979 yılında icra edildi hep. İçinde bizim olgunlaşmamıza sebep olan güzel olaylar vardır o dönemin. Yine MSP’nin tertiplediği ve Akıncıların da içerisinde olduğu, desteklediği mitingler o yıl yapıldı daha çok. Kardeşlik duyguları, yolculuklar, paylaşımlar ile birlikte, disiplin içerisinde hareket etme kabiliyeti kazandı İslamcı Gençlik. Mesela Sivas, Düzce mitingleri var o dönemde. Sakarya, Kayseri mitingleri var. Bahattin Abinin Hicri 1400 koşusu var ki, Erzurum dan Kayseri ye koşup orada mitinge katıldığı. O Kayseri mitingine katılamamıştım ve çok üzülmüştüm.
O.Y: Ben Sakarya ve Sivas ta vardım. Hakikaten müthiş mitinglerdi. Sonrasında Konya mitingi vardı ve ona gidememiştim.
M.S: Ben ona da gittim. Zaten o son mitingdi MSP’nin düzenlediği.1980 Ağustos ayındaydı. Sonrasında da 12 Eylülde darbe oldu. Ancak şunu belirteyim. Sivas, Kayseri, Sakarya ve Düzce mitingleri, İslamcı Gençliğin de organizasyonunda bizzat olduğu, kimlik ve kişiliğinin geliştiği, Akıncıların adının zirve yaptığı müthiş organizasyonlardır. Tabi o yıllar İslamcı Gençlik Liderlerinin organizesinde ve İzmir’de de Bahattin Yıldız’ın ve Akıncıların liderliğinde çok verimli çalışmalarımız oldu. Bu vesileyle Bahattin Ağabey ile çok uzun ve verimli zamanlar geçirdik. Her halde, soruya yeterli cevap olmuştur sanırım.
O.Y: Evet, güzel ve değerli hatıralar bunlar. Teşekkür ederim.
O.Y: Şimdi ikinci sorumuza geçelim inşallah. Bahattin ağabey, arkadaş ilişkilerine önem çok önem veren birisi idi. İslami Hareket içerisinde Dünyanın ve Türkiye’nin birçok yerinden arkadaşları olduğu gibi, ayrıca iş ilişkileri münasebetiyle de arkadaşlıkları olan birisiydi. Bir de arkadaşlarının aileleri ile çocukları ile arkadaşlıklar kurabilen bir kişiliği vardı. Bu bağlamda sizinle, aileniz ve çocuklarınızla iletişimi nasıldı. Kendisinin arkadaşlık ilişkilerinden bahsedebilir misiniz biraz da?
M.K: Çok güzel bir soru bu da. Bak şöyle anlatayım. Bizim Bahattin Ağabey ile tanıştığımız dönemler de, ne talebe arkadaşlar ve nede faaliyetlerin bizzat içerisinde ağabeylik yapanlar evli değillerdi. Sosyolojik anlamda da bir kuşak çatışması yaşıyorlardı birçoğu aileleri ile. Ama biz tabiî ki o dönemler de bir ailemiz olsun, çoluk/çocuk sahibi olabilelim diye yanıp tutuşuyorduk hayallerimiz de. Ancak bu hayaller birçoğumuz için 1985 ler de fiiliyata geçebildi. Bu noktada da Bahattin Ağabeyin güzel bir duruşu oldu, Kendisinin evliliği, zorunlu yurt dışı seyahatinden döndükten sonra gerçekleşmiş ve evlendikten sonra da evini, sofrasını hep talebelere, arkadaşlarına, gençlere açmıştır. O misafirlerini herhangi bir mekana, her hangi bir yere götürüp ağırlamazdı. Kendi sofrasını açar, kendi lokmasını paylaşırdı. Bundan dolayı O çok seviliyordu ve ayrıca çok ta sayılıyordu. Saygısı arkadan geliyordu. Çünkü önce seviliyordu. Onun ki bir yatay ilişki idi. Peygamber efendimizin gösterdiği bir ahlakı gösteriyordu. Hani mescitte otururken gelen bir Arabi’nin, içinizde Muhammed(as) kim diye sorduğu sorudaki gibi. Biz Bahattin Ağabey ile otururken dışarıdan birisi görse, “Bahattin Yıldız içinizden kimdir?” diyebileceği bir ilişki şekli idi bu. Yani öylesine bir mütevazı ilişki şekli. Yaş, kuşak, kimlik, statü, zenginlik gibi bir farklılık göstermezdi ilişkilerinde. Yatay ilişki dediğim budur aslında tam olarak. Ne zaman İzmir/Levent teki evine gitsek arkadaşlarla, annesinin hazırladığı ev yemekleri ile bizi ağırlar, sonrasında çayımızı içerken sohbet, muhabbet ederdik.
O.Y: Yani belki de şudur. Sonuçta öğrencilerle irtibat halinde birisi. Malum öğrencilerin çoğu da gurbette ev özlemi, aile özlemi, anne eli değmiş ev yemekleri özlemi çoktur. Bahattin ağabey aynı zaman da gençlerin bu özlemlerini bir nebzede olsa gidermek açısından evinde ağırlıyor ve gençlerin gurbette sıcak bir ev ve aileye olan özlemini gideriyordu belki de.
M.K: Tabi ki de doğrudur. O dönemde zaten evine gidebileceğimiz, bizlerle ilgilenebilecek aile sayısı da hemen hemen yoktu İzmir de. Ekonomik durumu güçlü Müslüman aileler vardı tabiî ki. Bazen bizleri davet ederlerdi, evlerine gider yemeklerini yer çaylarını içerdik (Allah razı olsun). Ama evde çok ta rahat edemezdik. Ama Bahattin Ağabeyin evine gittiğimizde, annesinin yaptığı yemekleri yer (Allah razı olsun), kendi evimizdeymiş gibi rahat oturur, ayaklarımızı uzatır, çaylarımızı içer muhabbet eder, gençlik meselelerini konuşurduk. Bize bu rahatlığı veren de Bahattin Ağabeyin kişiliği idi bizzat. Hakikatten mütevazi idi. İkram etmeyi severdi. Az ile yetinirdi. Hiç kimse mesela O nu misafir etmek için telaşa düşmezdi. Çünkü en az ile yetinirdi. Uyuma zamanı ise bulduğu yere kıvrılır uyurdu. Mesela çok seyahat ettik birlikte İstanbul’a falan. En ucuz bileti olan firmayı tercih ederdi. Konfor aramazdı. Bu kanaatkarlığını bildikleri için insanlar, onunla dost olmayı isterler, onu misafir edip ağırlamaktan keyif alırlardı.
O.Y: Aslında Bahattin Ağabey ile bizlerde çok vakit geçirdik. Öğrenciliğimiz haricinde, birçoğumuzun düğünlerinde hep vardı. Sonra çocuklarımızın sünnetlerinde oldu. Tabi, gönül isterdi ki çocuklarımızın düğünlerinde de olsun. Ama Rabbim O’nu erken aldı bizlerden.
M.K: Tabi tabi, Allah Rahmet etsin O’na. Birçok genç kardeşimizin evliliğine vesile oldu. Bazen otururduk, istişare yapardık, şu kardeşimizi şu kızımızla evlendirsek, tanıştırsak, istesek, vesile olsak diye. Bazen istemeye giderdik. Ağırdan alan kız babalarına ”Oğlan da bizim, kız da. Ağırdan alma bak bizim oğlumuz da ağırdır.” diye söylemişliğim bile vardır benim sözcü olduğum bir dünürlükte. Mesela, rahmetli Osman Yurdabakan, Serdar Anlaş, ben aile kurduktan sonra birlik ve beraberlik içerisinde ailece görüşmeler yapardık. Sen de dahilsin tabi bu ekibe. Rahmetlinin en çok hayal edip keyif aldığı şeylerdi bunlar. Çocuklarımızın da birlikte tanışıp vakit geçirebildiği bir durum oluşmuştu. O da zaten böyle bir kardeşliği hayal etmişti kendisi ve biz dostları için.
O.Y: İşte o zamanlardan gelen bu kardeşlik kültürü, şu anda da birçok ailede devam ediyor. Yine ailece ve kişisel yakınlık ve arkadaşlıklar, dostluklar devam ediyor Elhamdülillah.
M.K: Tabi hayatının bir de farklı bir tarafını öğreniyoruz daha sonra ki; Biz İzmir de bu şekilde diye biliyorduk, meğer Erzurum’da da böyle imiş, Sivas tada böyle imiş, sonra öğreniyoruz Konya da böyle imiş. Yani çok ayaklı bir çalışmanın orta yerinde duran bir kişi Bahattin Ağabey.
O.Y: Bu arada Hamburg’ta, Viyana’da aynı şekilde birçok kişinin hayatına dokunduğu yerlerden. Ben bizzat yerinde müşahede etmiştim bir tarihlerde.
M.K: Tabi Avrupa sonradan girdi belki çalışma alanına. Ama sonuçta görüyoruz ki güzel niyetlerle başlanan çalışmalar öylece de devam ediyor. Senin de başlangıçta dediğin gibi Dünyanın bir çok yerinde tanınıp adına yetimhaneler, okullar açılması, bir çok yerde de yine gıyabi cenaze namazlarının kılınması hep o halis niyetin ve, arkadaşlık, vefa ve İslami kaygıların olmasından kaynaklanıyor. Herkese nasip olmayacak bir hayat O’nun ki. Allah rahmet etsin O’na.
O.Y: Peki, Bahattin Yıldızın öğrencilerle iletişimi ve onlarla ilgili gelecek tasavvuru nasıldı? Sizin bakış açınızdan öğrenebilir miyiz?
M.K: Bahattin Yıldız’ın aslında İslami faaliyet alanları içerisinde birinci sırayı öğrenci çalışmaları alır. O’nun öğrencilerle olan iletişiminde ders başarıları ve çalışkanlık olmakla beraber, asıl kazandırmak istedikleri kimlik ve kişilikti. Bunu da gençlerin önüne serdiği örneklerle oluştururdu daha çok. Mesela sohbetlerimizde, kamplarda, eğitim seminerlerimizde daha çok Müslüman coğrafyalardan ve o coğrafyalarda yaşamış/yaşayan önder şahsiyetlerden bahsederdi. Onların fenomen olmuş yönlerini anlatır o şahsiyetler nazarında o coğrafyalarda yaşayan Müslümanların dertleriyle ilgilenmemizi sağlardı. Müslüman coğrafyalarda ki kişiler ve faaliyetlerle özdeşleşme hali vardı. Oraları anlatırken adeta yaşar hisseder ve anlattığı öğrencilere veya arkadaşlarına o hissi bir şekilde geçirirdi. Gençleri o coğrafyalara götürürdü sanki. Bizler haritada belki de yerini gösteremeyeceğimiz Moro’yu, Açe Sumatrayı, Mindanao Adasındaki Müslümanları ve çalışmalarını dinlerdik kendisinden. Tabiki aynı dönemde İslami Hareketlerin yayınlarından, fikir ve dava adamlarının düşünce ve yazılarından da istifade ediyorduk. Ancak Bahattin Ağabey yanımızda ve yakınımızda olduğu için bizzat kendisinden dinlemek daha farklı oluyordu.
O.Y: Burada şunu diyebilir miyiz acaba? Bahattin Ağabey, lider ve örnek şahsiyetleri bizzat anlatarak onları unutturmuyordu. Mesela Şehit Bilal Yaldızcı’yı anlatıyor, ailesini ziyaret ediyor, gençleri Ödemiş’e ailesinin yanına götürüyordu; ya da Şehit Ahmet Şah Mesud’u anlatıyor, onunla geçirdiği günlerden ve mücadelesinden örnekler veriyor, coğrafya ve o coğrafyanın Müslümanları ile irtibatın devamını sağlıyordu.
M.K: Evet, mesela birde onun sosyal medyada veya konuşmalarda bahsedilmeyen bir kişiliği var, Eritreli. 1979 larda iletişim araçlarının bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde, kendisi de hiç gitmediği halde bize Eritre’de ki mücadeleyi anlatırdı sürekli. Çünkü orası Müslüman bir coğrafya idi. Müslümanlar orada İslami mücadele veriyorlardı ve onlar biz idik aslında. İşte sürekli o mücadeleyi anlatır, Akıncı Gençlerin oradaki Müslümanlarla özdeşleşmesini sağlamaya çalışırdı. O dönemde bizler de bir şekilde Müslüman coğrafyalardaki ilim, fikir ve mücadele önderlerinin eserlerine ulaşır, onları okuyarak bir gönül birlikteliği kurardık. Şimdiki gençliğin büyük bir kısmı maalesef birçok iletişim imkânları olmasına rağmen farklı coğrafyalardaki Müslümanlarla o gönül birlikteliğini oluşturamıyorlar. Bahattin Ağabey de aynen Eritre’dekiler gibi, Moro’dakiler gibi İslami bir mücadele içerisinde idi. Vefakar, cefakar bir hayat yaşayarak yapıyordu bu mücadelesini. İzmir’de ki şartlarda değil sadece, mesela soğuğu çetin olan, şartları daha ağır olan Erzurum’da da veriyordu bu mücadeleyi aynı zamanda. Ben mesela; İslami İlimler okumayı çok istememe rağmen sırf soğuğundan dolayı Erzurum’a gitmemiştim okumak için ve İzmir’i tercih ettim. Ama O, üniversiteli ve liseli öğrencilerle çalışmalar yaptı Erzurum’da ve o öğrencilerin barınacak yerini, yiyecek aşını düşündü o günlerde. Yani bu durumda O Eritreli olmasın da ben mi Eritreli olayım. O Eritreliler ki bir lokma ekmeğe muhtaç halde İslami mücadele veriyorlardı. İşte Bahattin Ağabey bir iğnenin deliğinden girip o kardeşlerini bulan ve onlarla irtibat kurup Türkiye de bizlere o kardeşlerimizi anlatan bir şahsiyettir. Böyle bir insan olduğu içindir ki mesela, Afganistan da devlet başkanından sokaktaki gariban bir Müslümana kadar herkesin bağrına bastığı bir kişidir. Şehit olduğu zaman arkadaşlara “Amerika’nın, Avrupa’nın ulaşmakta güçlük çektiği, içlerine, aralarına giremediği yerlere tek başına, elini kolunu sallayarak giden ve buyur edilen bir insan, onlar için tehlike değil midir? Bu onlar için bir zül değil midir? Mutlaka ağırlarına gitmiştir ve haberdardırlar faaliyetlerinden.” demiştim.
O.Y: Yani uçağının düşmesinde bir takım şüpheler mi olabilir?
M.K: Kesin bir şey diyemem ama soru işareti vardır her zaman. Ama ben her zaman şöyle düşündüm bir de. Dünyanın neresinde olursan ol, bizim selamımızı almayı bilemeyecek bir Müslüman yoktur dünyada. İşte bu selam bize Müslüman coğrafyaların kapısını açıyor. Başka hiçbir anahtar yoktur selam gibi kapıları açan. Mesela TİKA’nın bir yayınında Doktora çalışmasından bahsediliyor. Balkanlarda yapılan çalışmada şu sonuç ortaya çıkmış. Oradaki mazlum insanların gözünde, Batılı ülkelerin yaptığı yardımlar genellikle bir menfaate dayalı olabileceğinden ön yargı ile karşılanıyormuş, fakat Türkiye den giden yardımlar hüsnü kabul görüyormuş. Yani Bahattin Ağabeyin de gittiği yerlerde yaptığı yardım veya farklı çalışmalar art niyetsiz ve selam ile taçlandırıldığı için, gönül kapıları belki de sonuna kadar açılıyordu.
O.Y: Bahattin Yıldız sadece öğrencilerle, gençlerle mi ilgilenirdi? Ayrıca esnaf, memur, tüccar, işçi… Kimseyi ayırt etmeden tüm insanlarla da ilgilenen dertlenen biri miydi?
M.K: İzmir’de, gençlik hareketine maddi ve manevi destek veren ekonomik durumu iyi olan belli bir kesim de vardı. Bahattin ağabey onlarla irtibatını kesmezdi. Ara ara bazen birlikte o insanların iş yerlerine uğrar, ziyaret ederdik. Onların öğrencilerle ilgili yapılan işlerden haberdar olmalarını bir şekilde sağlıyor, onlara gençlik faaliyetlerini anlatıyordu. Bu sayede onların hayata sadece para kazanmak amacıyla değil hayır ve hasenat yapmakla birlikte bir şekilde İslamcı gençlik hareketleri üzerinden de bakmalarına vesile oluyordu.
Bir de esnaf arkadaşlarla ayrı bir sohbetimiz olurdu. Onlarla bir araya gelip yaptığı çalışmaları anlatır, Türkiye ve dünya Müslümanlarından haberler verir, kültürel muhabbetler yapardı. Herkesi bıkmadan usanmadan arardı. Ziyaret edemiyorsa mutlaka telefonla arardı. Şehir veya ülke dışında ise döndüğünde ziyaretler yapar ve gittiği yerlerden selamlar getirirdi. Çocuklara hediyeler getirirdi mutlaka.
O.Y: Sizin de belirttiğiniz gibi selam vereceği ve selamını gönül rahatlığı ile alabilecek dostu çok fazla idi. Hatta bazı arkadaşlar şöyle derler: ”Mezarlık başından Konak Meydanına beraberce gideceğimiz zaman, şuna uğrayalım selam verelim, buna uğrayalım selam verelim diyerek Konak Meydanına iki saatte vardığımız olmuştur.” Birlikteliği ile keyif veren bir yönü de vardı.
M.K: Bak, bir anımı anlatayım sana. Ben Ankara da ikamet ediyorum. Bir gün telefonla aradı beni. “Ben Çerkeş’te bir fabrikanın izolasyon işini yaptım, bitirdim, şimdi yoldayız. Dönüşte sana uğrayacağız.” dedi. Zannediyorum, ertesi gün geldiler. Yanında herhalde kardeşi olacak muhtemelen bir kişi daha vardı. Barut gibi olmuştu ve kızıyordu. “Yahu dedi. Ne çok tanıdığı varmış. Niğde’de şuna uğrayalım, Nevşehir’de buna uğrayalım diye diye ancak gelebildik.” dedi. Yani selam verecek ve selamını alacak çok dost biriktirmişti. Onlarla da Afganista’nın, Filipinleri, Türkiye’nin problemlerini konuşuyordu. Sadece laf olsun diye de ziyaret etmiyordu o dostlarını. Ben mesela görüşeceğim kişilerle ilgili bazı kriterler koyardım. Onda böyle bir ön yargı yoktu. Selamını alan herkesle konuşabilirdi. Mesela birlikte gittiğimiz yerlerde özellikle eğitim ve öğrencilerle ilgili ziyaretlerde ben lojistik destek verirdim kendisine. Hatta bir hoca var dediler öğrencilere sohbet eden. Gittik yanına, Hadis dersi yapıyormuş. Kütüb-ü Sitte’yi koymuş yanına. Beraber gitmişsek buna benzer yerlere, Bahattin Ağabey karışmazdı bana. Ben konuşurdum genelde. Hoca ”Kitabın birini açıyorum. Hadislere bakıyorum. Hangisi Kur’an’a uygunsa yeşil kalemle, hangisi uygun değilse kırmızı kalemle çiziyorum.” Sahihi Buhari’den başlamış, böyle okuyup gidiyormuş. Tabi rahatsız oldum ben. Dedim Ona “Senin Arapçan var mı? Hadis eğitimin var mı? Sen Kur’an müfessiri misin? Sen dedim nesin öyle?” şaşırıp kaldı tabi. Ona “Böyle hadsizlik yapma. Sen kalkıp ilmin olmadığı halde Buhari’yi değerlendirmeye kalkıyorsun. İnsan haddini bilmeli.” dedim ve çıktık oradan. Yani bazen buna benzer kişilerle görüşür, canı sıkılır sonra da bana, “Ya Musa falan kişinin yanındaydım, böyle böyle konuştu, çok canım sıkıldı.” derdi. “Abi niye gidiyorsun, bak ben gitmiyorum bu tip insanlara.” derdim. Ama O yine de canı sıkılsa da insanlarla irtibatı kesmezdi. Bahattin Ağabeyin kafasında, mezhep, meşrep şeklinde bir şablon yoktu. Onun kafasında sadece Müslüman olmak önemli kriterdi. Bilmiyoruz, belki de kendinin farklı bir mensubiyeti vardı; ama o hiç kimseyi “Gel şuraya gidelim. Şu tarikat iyidir. Şu cemaat iyidir.” diyerek yönlendirmemiştir. Herhangi bir mezhep ve meşrebe davet etmemiştir. Biz mesela Onunla İslami meseleleri tartışırdık, sosyalizmi tartışırdık. Sezai Karakoç’u ve kitaplarını konuşurduk, Nurettin Topçu’yu konuşurduk ve fikirlerini tartışırdık. Mesela bizim birlikte İstanbul günlerimiz olmuştu 1993 kışında. Fatih’te birlikte kalmıştık bir evde. Evliydi, ama biz bir sebeple İstanbul’da idik. “Hadi bir film varmış Osman Bey’de bir sinemada, gidelim birlikte Brubaker 1980 yapımı.” Birlikte gittik, filmi izleyip gece yarısından sonra filmin kritiğini yaparak eve döndük. İzlenmesini tavsiye ederim ben de. Çünkü bazı filmlerden farklı çıkarımlar yapılmasını söyler ve teşvik ederdi.
O.Y: Braveheart 1995 yapımı filmi de İzmir’de gençlerle sinemada izlemiş ve filmi izleyin diye teşvik ettiğini hatırlıyorum.
M.K: Mesela Ankara’da Serdarla birlikte sinemaya gider uzun mesafeleri yaya olarak kat edip filmin kritiğini yapardık. Bunlar bize Bahattin Abiden kalan güzel alışkanlıklardı. Serdar ile yine evde pazar sabahları yaptığımız kahvaltı programlarımız da Bahattin Abiden hatıra güzel bir alışkanlıktı. Değişik dergiler, gazeteler, kitaplar okurduk birlikte olduğumuz zaman. Her türlü gazeteyi okur, üzerine güncel yorumlamalar yapardık. Doğru bilgiyi nereden bulursak oradan alırdık. Bak, burada belki de ilk defa dile getireceğim bir şey. Afganistan’dan gelmiş ve getirdiği bir sürü doküman, bilgi, fotoğraf var elinde. Savaşan Afganistan kitabı, röportajları… Birçok malzeme var. O dönemde de maddi sıkıntı içerisinde kendisi. Hanımını ekonomik sıkıntıdan dolayı bir süre kalması için babasının evine bırakmış. Benim durumum da farklı değil yani. İşte o dönem de elindeki malzemelerle Milli Gazeteye gittik. Dokümanları verdik yayınlansın diye. Tabi gazete hiç para bile teklif etmedi. Dedim ki “Abi, bu malzemeleri Milliyet, Cumhuriyet gibi gazetelerden birine verelim. Balıklamasına dalarlar bu kadar fotoğrafa ve bilgiye. Hem de hiç yayınlanmamış dokümanlar. Odun, kömür, eşya alırsın. Evini uzun süre geçindirirsin onlardan alacağın parayla.”
O.Y: Gazetelerin savaş muhabirlerine deve yüküyle para verip cepheye gönderdiği dönem aynı zamanda değil mi?
M.K: Tabii, tabii doğru. Ama Bahattin Ağabey, “Hayır” dedi. Asla başkasına malzeme olmayı istemezdi. Ama kendisi her türlü malzemeyi davası için kulandı. Malzemelerden faydalanırdı.
O.Y: Şimdi, Bahattin Yıldız tabiî ki sadece İzmir, Erzurum, Sivas ve İstanbul bağlamında değerlendirilecek bir kişilik değildir. O’nun yurt dışı bağlantıları da çok önemlidir. Türkiye ve Dünyanın farklı ülkelerinde, aynı fikir ve ideal birliği içerisinde olan Müslümanlar arasında da bir bağ oluşturmak için gayret göstermiştir. Yurt dışında farklı çalışmaları olmuştur. Bu konu ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Sizin bu çalışmalara olan bakış açınız nasıldır?
M.K: Şimdi bu konuda, ilk defa benim bildiğim kadarıyla 1978’te Afganistan’a yapılan Rus işgali (Bazıları Rus işgali nitelemesine karşı çıkıp, SSCB diye isimlendiriyorlardı o dönemde.) kendi adamları olan Babrak Karmal’ın (Ülkesine ihanet içerisinde olarak) Rusları davet etmesiyle meydana gelmiştir. Bu işgal, Türkiye’de ki İslami Hareket içerisinde yer alan guruplar arasında büyük yankı uyandırmıştır. İslami Hareket bu işgal karşısında hassasiyet geliştirmiş ve işgale karşı olan duruşlarıyla bir enerji, bir heyecan kazanmıştır. Bu heyecanla, hemen Afganistan’da işgalci Ruslara karşı mücadele eden Afganlı Müslümanlarla dirsek teması kurulmuş, yardım kampanyaları oluşturulmuştu. Bu faaliyetlerin Türkiye’de ki öncülerinden birisi de Bahattin Yıldız’dı. Farklı illerde, farklı mecralarda yapılan bu dayanışma faaliyetleri kapsamında Erzurum’da valiliğe gidip, bizzat validen Afganistan’a fiili destek vermek amacıyla izin istemişler, Türkiye’de birçok ilde mitingler, eylemler yapılmıştır.
Arkasından İran’da bir devrim oldu tabii. İran İslam Devrimi diye geçiyordu; ama biz bu devrim nedir, ne oluyor orada diye sorguladık bir süre? Orada da Bahattin Ağabeyin Dünya Müslümanları konusundaki hassasiyeti tezahür ediyordu. Tabi, Humeyni’nin İran’a dönüp devrimin başına geçmesi ile birlikte, Türkiye’de ki Müslümanların bakış açıları, Dünya perspektifinde böyle bir kristalizasyon dediğimiz bir netleşmeye doğru yön almaya başladı. Biz önce İran nedir, ne oluyor orada? Bu devrim neyin nesidir? İran İslam Devrimi adı ama… diye sorguladık. Ancak bazı soru işaretlerini iki sene sonrasında fark edebilmeye başladık. İki sene sonra da biliyorsun, batılı odakların kışkırtmasıyla Irak, İran’a savaş açtı. Türkiye’de ki Müslümanlar, gönül olarak İran’ın yanında yer aldılar. Aslında burada İran’ı desteklemek demek, Batı’ya alet olmuş Saddam’ın Irak rejimine karşı, adını İslam Devrimi olarak duyurmuş olan İran’ın yanında olmak demekti. Bahattin Ağabey’in ilk bakışı böyle idi bizim nazarımızda. Ama onun fiziksel olarak yurt dışına açılması, 12 Eylül darbesinden sonra zorunlu olarak Afganistan’a gitmesiyle başladı. Aslında 12 Eylül darbesi Türkiye’de ki sosyal alanın İslamcı, Ülkücü ve Solcular olmak üzere bu üç gurubun törpülenmesi hareketidir. Yani sadece bu üç gurubun da değil, bu üç gurup nezdinde bütün toplumun hizaya getirilmesi hareketidir. Bu nedenle ben derim ki 12 Eylül Darbesi, 1980 öncesinde üniversitelerde yetişmiş, toplumsal düzeyde bir bilinç kazanmış olan genç bir neslin imha edilmesi hareketidir. Ve bundan aslında Türkiye zarar gördü. Türkiye’yi, edindiği tecrübelerle ve donanımla daha doğru okuyabilecek bir nesil (İslamcı olsun, Ülkücü olsun, Solcu olsun.) imha edildi. Ben böyle okuyorum. Bu gençlerin kimisi idam edildi, kimisi hapishanelerde işkence odalarında susturuldu, kimisi de ülkesini terk edip yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Bahattin Ağabey ise bu durumu bir fırsat olarak değerlendirdi. Çünkü O, mali yardım yapmak yerine bizzat fiziki yardım yapmayı seven ve tercih eden bir insandı. Elini taşın altına koymayı seven bir insandı. Gençlerin darbe dönemindeki savrulmasını fırsata çevirerek, Rus işgali altında olan Afganistan’a gitmenin yollarını aradı. Ve aradığı yolu bularak Afganistan’a gitti. Onu İzmir’den yolcu eden üç kişiden birisi olarak, bir akşam vakti gizlice garaja gidip uğurladık. O da bizim bir hüzün sayfamızdır. Ama sonu çok güzel ve bereketli bir şekilde oldu Elhamdülillah. Bahattin Ağabeyin fiziki olarak yurt dışı faaliyetleri böyle başladı. Aslında Bahattin Ağabeyin Türkiye dışındaki Müslüman Hareketlerle, özellikle Afganistan’da cephede savaşmasından ziyade yüz yüze teması da böylece başlamış oldu. Yani dünyaya açılmasının en önemli ayağını Afganistan oluşturdu.
O.Y: Peki burada şunu söyleyebilir miyiz? Bahattin Yıldız Afganistan’da cephede bizzat savaşmanın yanında, özellikle ilk dönem Afgan cihadına katılmak için farklı coğrafyalardan gelen Müslümanlarla tanışmış, onlarla diyaloglar kurmuş ve onlar vasıtasıyla Dünyadaki diğer coğrafyalarda/ülkelerde yaşayan Müslümanları tanımış, onlarla irtibatını devam ettirerek onların faaliyetlerini Türkiye Müslümanlarına aktarmış ve köprü olmuştur.
M.K: Ben onu söyleyemem. Çünkü o konuda net bir bilgim yok açıkçası. Ama şunu söyleyebilirim. Bahattin Ağabey’in Türkiyede herhangi bir angajman kurallarına bağlı olmaması, yani herhangi bir cemaate, gruba dahil olmaması, onun Afganistan’da ki bütün gurup liderleriyle rahatlıkla görüşebilmesine yol açmıştır. Yani hepsiyle irtibatı oldu, hepsiyle de iyi ilişkileri oldu. Bir gurupla birlikte olup, diğer guruplara karşı mücadele vermiyordu. Türkiye’de ki bakış açısı ve donanımı O’na, Afganistan’da artı bir imkan sağladı aslında. Böylece de giderek o senin dediğin anlamda, bir ufuk çizgisinin bütün dünyaya uzanmasını sağlamış oldu. Yani O’nun için Arnavut bir Bektaşi’nin, Bektaşi olmasının hiçbir önemi yok. Bir selam verdiğinde Bektaşi bir Arnavut onun selamını alıyorsa bitti yani O’nun için. Hatta Karadağ’da ki bir Müslümanın üç kuşak öncesinden Müslüman olduğunun hatırlanması Bahattin Ağabey’e yetiyordu. İşte böyle bir yatay ilişki kurabilme özelliği vardı. Bu çok önemlidir. Bugün mesela, özellikle Afganistan’da ki olayların başlamasıyla birlikte orada faal olan, Afganistan’dan sonra ise Balkanlar’da da faaliyet gösteren, özellikle Suud kaynaklı Rabıta hareketi, İslam dünyasında oldukça efektif, etkili bir harekettir, mali ve fiziksel olarak sosyal alanlarda Balkanlar’da mutlaka faaliyet gösterirler. Kendi perspektiflerini dayatan bir ön yargı ile hareket ederler o coğrafyalarda. Destekledikleri guruplara karşı mutlaka bir ön şartları vardır, bir ön tercihleri vardır. Şöyle olacaksınız, böyle hareket edeceksiniz diye. Ama Türkiye’li Müslümanların böyle bir ön şartı yoktu. Özellikle Bahattin Yıldız’ın insanlara yardım etme noktasında, onlarla ilişki kurma noktasında böyle bir ön şartı asla olmamıştır.
O.Y: Bu özellik aslında günümüz Müslümanlarının ve Gençliğinin, aynı zamanda Müslüman yardım kuruluşlarının da örnek alması gereken bir tavır ve Müslümanca bir davranış şekli değil midir?
M.K: Bu ne biliyor musun Osman? Bu aslında bir İmparatorluk mirasının tekrardan tevarüs etmesidir. Bahattin Ağabey aslında, devrimlerle şekillenmiş, 12 Eylül ve 28 Şubatlarla zirve yapmış içe dönük bir yalnızlık politikasının üzerine bir Devlet refleksi göstermektedir. Tek başına Türkiye dışındaki Müslüman coğrafyada Devletin göstermesi gereken refleksi, bir İmparatorluk temsilcisi olma hassasiyeti içerisinde ortaya koymaktadır. Osmanlı Devleti içerisinde o kadar çok etnik farklılıklar vardı ki, birçok kişi bu farklılıkların ne olduğunu ancak üç asır sonra anlayabilmişti. Etnik fark neymiş? diyordu. Şimdi şöyle bakalım. Osmanlı 1453’ten sonra İmparatorluk payesine ulaştı. 350-400 sene sonra, 1800’lü yıllarda, Fransız devriminden sonra Arnavut’u, Makedon’u, Batılıların faaliyetleri neticesinde, Aaa! Ben Arnavut muşum,--Aaa! Ben Makedon muşum demeye başladı. Ondan öncesinde İmparatorluk içerisinde bulunan her bir etnik gurup, sevincini, tasasını, ıstırabını beraber yaşıyordu.
O.Y: Yani Osmanlı, etnik gurupların din, dil, gelenek ve göreneklerine müdahele etmiyordu. Onların asimile olmasını değil entegre olmasını istiyordu diyebilir miyiz?
M.K: Tabiki, aidiyet duyuyordu yani. Diyor ki adam mesela “Ben Karadağ’lı bir Ortodoks olarak, ya da Bulgar bir Ortodoks olarak.” ben Osmanlıyım diyor yani bir bakıma. Bunu İngiliz İmparatorluğu sömürge şeklinde, İngiliz aidiyeti üzerinden onları ehlileştirerek gerçekleştirmiştir.
O.Y: Zaten onlar mesela “İngiliz Milletler Cemiyeti” ya da ne bileyim “Frankafoni Milletleri” demiyorlar mı?
M.K: Onlar sömürgeyle bu işi yapmışlar. Ama mesela Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethettiği zaman, Sırp Patrğine, Karadağ Patriğine, Bulgar Patriğine unvan veriyor. Böylece adamlar dini özerkliğini kazanıyorlar bir anda. Neyse bu, işin bir tarafı sadece. Bahattin Ağabey özeline gelecek olursak, işte bu kültürün devamıdır kendisinin yaptığı. Yurt dışına çıkmadan önce kendisinde olan bu İslami bakış açısı ve hassasiyet, Afganistan’a gittikten sonra da devam edip, aslında bir devletin ifa etmesi gereken refleksi O’nun tek başına göstermesi şeklinde tezahür ediyor. Tek başına Devlet yetkilileri ile görüşüyor, onların karar mekanizmalarına belki de etki edebiliyor. Bu aslında Dünyaya örneklik teşkil edecek bir davranıştır. Bu İzmir’de ki bir guruba indirgenecek bir davranıştan ibaret değildir. Bu bakış bir gurup bakışı değildir yani. Bu bir dünya perspektifidir. Bizim İzmir’de yetişen arkadaşlarımızın bakış açısında ve 12 Eylül öncesi Müslüman Gençlikte bu bakış açısı vardır. Bir Dünya perspektifi yakalayabilme bakış açısıdır bu. Bu bakış açısı büyük ölçüde devam ediyor benim gördüğüm kadarıyla.
O.Y: Tabi sadece Afganistan ve Balkanlarla sınırlandırılmış bir bakış açısı değil bu. Mesela bizim Türkiye’den Avrupa’ya göç etmiş ve oraya yerleşmiş kardeşlerimiz var. Onlarla tanışmak, görüşmek, bir araya gelmek ve onların da perspektiflerine ayna olabilmek gibi bir bakış açısı var Bahattin Ağabey’in, öyle değil mi?
M.K: Tabi, tabi. Türkiye devlet olarak bizim Orta Asya, Balkanlar ve Orta Doğu ile ilgili kafamızda olan hayallerimizi ancak Turgut Özal’la birlikte 1992’de göstermeye çalışmıştır. O da sadece Türki Cumhuriyetlerde olabilmiştir. Ve maalesef Özal’ın 1994’de katledilmesine kadar olmuş ve tekrar 2002’den sonra ancak devam etmiş ve günümüzde halen devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Bahattin Yıldız özelinde söylemek gerekirse Türkiye’de ki İslami Hareket, Türkiye Cumhuriyetinden 20 sene önce bir dünya perspektifi davranışı gösteriyordu.
O.Y: Evet, bu önemli ve altı çizilmesi gereken bir bakış açısıdır bence.
M.K: Bak mesela, Bahattin Ağabeyin, İslami Hareketin bir ürünüdür İHH. İlk Almanya’da Bosnalı Müslüman kardeşlerimize yardım etmek gayesiyle kurulmuş, ancak Müslüman, Hristiyan, gayrimüslim ayırt etmeden yardım eden bir vakıf, bir dernektir.
O.Y: Bu da bir Osmanlı bakış açısıdır değil mi aynı zamanda?
M.K: Aynen. Bu Osmanlı bakış açısının, Dünya perspektifinden bir yansımasıdır. Daha sonra Bahattin Ağabey’in maddi olarak da İHH ile beraberliği söz konusudur. O anlamda da Bahattin Yıldız İHH’ya önderlik etmiştir mesela. Afrikaya nasıl gidilir, kimlerle irtibat kurulur, nasıl konuşulur, onlara nasıl el uzatılır, elleri nasıl tutulur. Kendi tecrübelerinden giderek yol gösterici olmuştur. Bu yüzden bizim Bahattin Ağabey’in yaşadıklarından, anılarından, tecrübelerinden alacağımız çok ders vardır derim.
O.Y: Şimdi Bahattin Yıldız, aynı zamanda öğrencilerle ilgili faaliyetler yapardı. Liseli, üniversiteli öğrencilerle programlar yapardı. Mesela o dönem farklı hiziplere, meşreplere, illegal olabilecek cemaatlerin faaliyetlerine bakış açısı neydi? Gençleri, öğrencilik dönemlerinde baş edemeyecekleri bir anaforun içine düşmekten nasıl ve hangi yöntemlerle çekip çıkarmaya gayret etmiştir?
M.K: Bizim, İzmir’de iken şöyle bir çalışmamız olurdu genellikle. Eğitim alanında bir yıl boyunca nasıl bir yol alacağımızı planlardık. Mesela üniversite öğrencileri ile ilgili olarak, kendi maddi gücümüzü önce gözden geçirir, ihtiyacı olan kimselere ne imkanlar sunacağımızı belirlerdik. Eğitim alanında da, Akıncılar dönemindeki çalışmalarımızı, ev ve yurtlardaki metotlarımızı geliştirerek tatbik ederdik. Bahattin Ağabey başta olmak kaydıyla, bir öğrencinin okul dersleri haricinde hangi formasyonu edinerek, bir Müslüman hüviyetiyle üniversite hayatından sonra Türkiye gerçeklerini göz önünde bulundurarak yaşamasını devam ettirebileceği donanımlarını sağlamaya çalışırdık. Mesela içinde yaşadığımız toplumda hangi kavramların neye karşılık geldiğini, işte laiklik nedir ve nasıl anlaşılması lazımdır? Demokrasi nedir? Tarih nedir? Tarih felsefesi ne işe yarar? gibi üniversite öğrencisinin işine yarayacak olan, anayasa ve anayasa hukuku ve felsefesi gibi sosyal ve felsefi konularda ufuk açacak, ayrıca dini ve dine bakış açılarını geliştirecek, bilinç düzeyini netleştirecek konuları belirlerdik. İslami camiada ulusal ve uluslararası arenada fenomen olmuş kişilerle ilgili bilgiler vermek gibi çalışmalar yapardık. Yaptığımız planlamada belirlenen konularla ilgili Türkiyede konusunda yetkin kişileri bulmaya çalışır ve o kişileri davet ederdik. Fakat benim asıl düşüncem her zaman, belirlenen konulara ilgisi olan kendi arkadaşlarımız arasında konuları dağıtıp onların çalışmalarını, hazırlanmalarını teşvik ederek arkadaşlar arasında sunumlar yapmaları şeklinde idi. Bazı durumlarda da bu şekilde uygulamalar yaptık zaten. Bir de senede birkaç defa kamp uygulamaları yapıp, İzmir’den veya şehir dışından akademisyenler davet ederek bir haftalık yoğun seminer dönemi şeklinde bilgi yüklemesi yapardık. Yine bizim bir başka çalışmamız, İzmirde haftada iki defa yaptığımız ev sohbetlerimizdir. Bunlardan Salı sohbetleri daha çok esnaftan arkadaşlarla yaptığımız sohbetlerdi. Perşembe sohbetlerimiz ise genelde konuları daha farklı anlayabilecek düzeyde öğrencilerin seçildiği, yine hazırlanan arkadaşlarca sunumların yapıldığı ve yine aynı sohbet saatlerinde anlatılan konuların kritize edildiği daha akademik sohbetti. Bu sohbete bazen akademik camiadan veya konunu uzmanı olan düşünce adamları da davet edilirdi. Çok verimli çalışmalardı bu sohbetler. Yine başka bir çalışma, yakın il ve ilçelerdeki arkadaşları ziyaret etme idi. Genelde iki veya üç öğrenci kardeşimiz ki, üniversite öğrencileri de olurdu bu öğrenciler çoğu zaman, farklı şehirlere gönderilir, oradaki esnaf ve öğrenci yurtları ziyaret edilir, öğrencilerin daha sosyal olmaları sağlanmaya çalışılırdı. Hatta giderken “Ben orda ne yapacağım, ne söyleyeceğim onlara.” diyen gençlere, “Gidin oraya sadece selamımızı söyleyin, onlarla beraber çay için muhabbet edin, yurtta veya evde beraber kalın.” derdik. Bu ve benzeri ziyaretlerle sosyal çevresi gelişen gençler için bu tür faaliyetler, adeta ikinci bir üniversite hüviyeti taşımıştır. Bu şekilde öğrenciler farklı bir kimlik kazandılar. Kendilerine olan güvenleri arttı. Türkiye çapında çevre edinmiş oldular.
O.Y: Yani bu tür faaliyetler, öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine sebep oldu, belki de bir okul hüviyeti kazandı onlar için. Ayrıca, daha sonra mezun olup memleketlerine dönen öğrenciler, aynı faaliyetleri kendi şehirlerinde de devam ettirip birer okul oldular diyebilir miyiz?
M.K: Kesinlikle öyle. Birçok arkadaştan güzel geri dönüşler aldık. İçlerinde öğretmen olanlar kendi öğrencileriyle doğrudan ve güzel ilişkiler kurdular. Farklı mesleklerden olanlarda çevreleriyle güçlü bağlar kurup bulundukları şehirde adeta birer okul hüviyeti kazandılar. Girdikleri ortamlarda “Ne yapacağım ben şimdi burada.” diye telaşlanmadılar. Bulundukları ortamı adeta yanan bir çıra gibi aydınlatıp, ışıltıya boğdular.
O.Y: Musa Ağabey, şimdi bir de şu var. Bahattin Yıldız’ın yaptığı bu çalışma kendisinden sonra son bulmadı elbette. Onun vesilesiyle bir araya gelen gençler ve onların aileleri, çocukları arasında da bir beraberlik, bir birliktelik oluştu zamanla. İzmir özelinde bu birliktelik hala devam etmektedir zaten. Ayrıca Bahattin Yıldız ile beraber olup aynı dönemde İzmir’de öğrencilik yapmış olan arkadaşlar, belki de yirmi yıldan fazladır İstanbul’da arkadaşlarımızın organizasyonuyla bir araya gelip, her yıl birlikte iftar yapmaktalar. Hatta öyle bir şey yaşadım ki, bir gün hafta sonu İstanbul’a iftara gideceğimi söylediğim iş arkadaşlarımdan birisi “İstanbul’a iftara mı? Çok uzak değil mi? Bir iftar kaça mal oluyor?” gibi cümleler sarf etmişti de gülmüştüm. Yani bu durumu kolay kolay anlayamıyor tabiî ki başkaları. Bahattin Ağabey ile birlikte bir ünsiyet, bir aidiyet oluşmuştu arkadaşlarımız arasında. Bu da en veciz anlatımıyla “İslam Kardeşliği” oluyor sanırım.
M.K: Tabi, mesela ben de bir örnek vereyim buna. Ben Eti Madende çalışıyorum aynı zamanda. İş vesilesi ile arkadaşlarla birlikte farklı şehirlere gidiyoruz. Ben, gittiğim şehirlerde mesela Van, Malatya, Elazığ, Adana, Kütahya…..neresi olursa olsun, şehre gittiğimizde ben “Arkadaşlar bana birkaç saat müsaade edin, ben birkaç arkadaş ziyaret edeceğim.” diyorum, şaşırıyorlar. “Yahu her yerde arkadaşın nasıl oluyor?” diyorlar. Ben de “Benim sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde arkadaşım var.” diyorum. İşte bu, öğrencilik dönemlerimizden edindiğimiz çevre daha çok. O bizim için büyük bir kazanç. Allah razı olsun Bahattin Ağabeyden. Onun açtığı bir çığır bu. Güzel miraslar bıraktı ardından. O bütün bunlardan ahirete yönelik pay alıyor tabiî ki.
O.Y: Sadaka-i cariye dediğimizde bu zaten.
M.K: Amel-i Salih işte. Ardından, devamlı büyüyen ve hiç bitmeyecek bir amel bırakıyorsun. Ne mutlu O insana.
O.Y: Şimdi, söyleşimizin de sonuna geldik sayılır. Son olarak, Bahattin Ağabey ile olan birlikteliğin çerçevesinde, gençlere, öğrencilere nasıl bir öğrencilik ve hayat rotası çizebilirsin? Onlara hayatlarında Allah rızasını ve başarıyı yakalamaları için neler tavsiye edersin?
M.K: Gençler öncelikle kendilerinin bir birey olduklarının, özgün bir kimlik ve kişilik taşıdıklarının bilincinde olsunlar. Müslüman bir kimlik taşıdıklarının farkında olsunlar. Ve bu Müslüman kimliğin gereklerinin ne olduğunu sorsunlar kendilerine. Bunun cevabını verebilecek kadar da o Müslüman kimliğin içini doldursunlar. Bahattin Ağabeyin en önemli özelliği neydi? Elinden hiçbir zaman kitabını ve cebinden hiçbir zaman gazetesini eksik etmeyen bir kişi idi. Yani bilgiye hiçbir zaman kapısını kapatmayan bir insandı. Kendisiyle Bilim Felsefesi de konuşurduk, Tefsir de konuşurduk. Mesela bir sinema filminin projeksiyonunu, senaryosunu, görsel efektini konuşup tartışabilirdiniz. Yani Müslüman bir kimliğe sahip insanın, bir Hristiyan’a, bir ateiste, bir Mecusi’ye söyleyebilecek sözünün olmasını gerektirecek kültürel donanımı kuşanmak gerekliliğinin canlı bir misali idi. Herkese söyleyecek tatlı bir sözü vardı. Bizim gençlerimizin, evlatlarımızın herkese söyleyecek bir sözü olmalı mutlaka. Boş çuval taşımamalıyız bu hayatta. Boş çuval gibi de olmamalıyız. Yani, modernizm eleştirisinin en önemli temellerinden birisi, insanların zihinlerini böyle günlük yaz boz tahtasına çevrilmiş bir hale getirmesidir. Ama bizim zihinlerimiz böyle olmamalı. Bizim kalbimiz, dünyanın öteki tarafındaki insanlar için çarpabildiği gibi, yanımızdaki annemizle, babamızla, çocuklarımızla birlikte de çarpmalı. Mesela çarpıcı bir örnek vereyim ben sana. Bir tane genç, İzmir’de şimdi ney üflüyor. Çok da güzel ney üflüyor. O genç kardeşimiz ortaokul bir veya ikinci sınıfta idi. Bir gün Akıncılar derneğine çıkmış gelmiş. Dedim “Hayırdır, hoş geldin, beş geldin.” Dedi ki, ”İşte babamla şöyle oldu, evde böyle falan.” Yani senin anlayacağın evi terk etmiş. Neyse bunu aldık, yurda götürdük, misafir ettik. Konuştuk, ettik. Sonra babasına haber gönderdik. Babası geldi. Oturup sohbet ettik. Dedik ki, ”Bak, bu senin evladın. Bu çocuk senden ne istiyor? Bu çocuk namaz kılmak istiyor. Buraya gelmek istiyor. Bu çocuğun kötü bir ahlakı yok. Sen de buna bir baba şefkati göster. Bak bu senden babalık istiyor.” Böyle güzel ve tatlı sözler söyledik. Sonra çocuğa da dedik ki, “Bak, sen önce iyi bir evlat, iyi bir öğrenci olmalısın. Annene babana saygılı olmalısın. Onların gönlünü almalısın, onların rızasını almalısın ki, Allah senden razı olsun. Yoksa sen, ananı, babanı karşına alıp buralara gelirsen, Allah senden razı olmaz.” Çocuğa da bu tavsiyeleri vererek güzelce evine gönderdik. Bir daha da ailevi problemini görmedik biz. İşte bu örnek gibi. Müslüman kimlik, müslüman elinden ve dilinden fayda görülen kişi olmalı. Bu günkü gençler bu kimliği edinmeli. ”Sadece ben varsam dünya var.” dememeli. Bencil olmamalı. Vurdumduymaz olmamalı. Müslümanın ve hatta tüm insanlığın, hayvanatın ve nebatatın derdiyle dertlenmeli. Çaresizin, çaresi olmalı.
O.Y: Özetlersek, Bahattin Ağabey için şöyle söyleyebilir miyiz?
M.K: Kesinlikle diyebiliriz. Hatta onu tarif edebileceğimiz, Efendimizin Hadis-i şerifinde belirtildiği gibi “Sizden birisi bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin.” O’nda bu özelliklerin hepsi vardı bana göre. O büsbütün bir Müslümandı. Allah rahmet eylesin.
O.Y: Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah. Gençlere de örneklik olması açısından, bu söyleşiyi okuyanlar da inşallah istifade ederler. İnşallah faydalı olmuşuzdur. Allah O’ndan razı olsun. Benimle bu söyleşiyi yaptığın için çok teşekkür ederim Musa Ağabey. Sen’de bir süreliğine, bu satırların yayınlandığı günlerde, kendisiyle ilgili söyleşi yaptığımız Şehid Bahattin Yıldız’ın Şehadete erdiği ve bir dönem mücadele ettiği Afganistan topraklarında olacaksın. Karşılaşır ve görüşürsen oralardaki dostlarına, biz buralardaki dostlarından selamlarımızı ilet. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, Bahattin Ağabey’in bedenen ve ruhen sevdiği o coğrafyanın insanları halen mazlum durumdalar. Ve Bahattin Ağabey’in bedeninin bir parçası da halen o topraklarda bulunmakta.
M.K: Ben de çok teşekkür ediyorum bana bu fırsatı sunduğun için. Allah bu emeğinin karşılığını versin inşallah. Allaha emanet ol.
Bu yazı bahattinyildiz.com için kaleme alınmıştır. Yayın tarihi: 05.02.2021
2. Bölüm 19.02.2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Dönem Arkadaşlarından İzzet UZUN ile Söyleşi
Dönem Arkadaşlarından Ahmet POÇANOĞLU ile Söyleşi
Dönem Arkadaşlarından Musa KIRCA ile söyleşi
Dönem arkadaşları konuşuyor giriş yazısı